Monday, July 30, 2007

Seçimlerden önce yazılmış bir yazı ve bazı haberler

Gazeteler: … Gıda emtia fiyatları 2005’den bu yana, dünya çapında, %21 arttı. Türkiye’nin buğday ambari Konya’da büyük kuraklık… Geçen hafta 23 Temmuz- 27 Temuz) ABD borsaları, son beş yılın en kötü gününü yaşadılar. Kredi piyasalarinda panik havası var


Seçimlere Giderken Tatsız Sorular...
Tek yol serbest piyasa diyorsunuz. Her türlü planlamaya, bir kamu yararı gerekçesiyle sınırlanmaya da karşısınız. Her şeyin özelleştirilmesini istiyorsunuz. Ülke ekonomisinin, ülke güvenliğinin, halkın günlük yaşamının istikrarı için stratejik öneme sahip telekomünikasyonun, enerji sektörlerindeki kamu mallarının, bu ülkede yaşamayan, bu ülke halkına herhangi bir tarihsel, siyasi, kültürel, duygusal bağı olmayan sermaye gruplarına satılmasında bir sakınca görmüyorsunuz. Ülke ekonomisinin, günlük yaşamın kan dolaşım sistemi, bankaların yabancılaşması da doğal. Serbestleştirilmiş ithalatın tarım sektörünü yıkmasına, temel gıda tedarikinin giderek daha çok dışa, dolayısıyla döviz girdisine bağlı olmasına yol açtınız. İhracatın içinde, ithalat oranının, büyümeye devam etmesine aldırmıyorsunuz. Tüketimi körüklemek için krediye yaslandınız. Özel sektörün dış borçları tırmandıkça tırmandı. "Sıcak para" mali sektörü, inşaat piyasasını kaynama noktasına getirdi. Borsa yabancı sermayenin fiili denetimine girdi... Bu iklimin rehavetinden yararlanarak toplumsal dokuya siyasal İslamın nüfuz etmesine, kendinde rejim değişikliğine yönelecek gücü görmesine "demokrasi" gereği bir itirazınız yok
Üç kriz eğilimi kesişiyor, farkında mısınız?
Peki siz hiç mi dünyada esmeye başlayan rüzgârları izlemiyorsunuz? Bu rüzgârlar fırtınaya dönüşürken ülkeyi nasıl yönetecek, insanların karnını nasıl doyuracaksınız. Enerji, gıda, finans sektörlerinde kriz eğilimleri kesişiyor. Gelişmiş ülkelerde yöneticiler serbest piyasa modelini giderek daha çok sorguluyor, ulusal, hatta yerel çıkar kaygıları öne çıkarıyor. Farkında mısınız?

Yıllardır tekrarlıyoruz, ama siz boş verin. Boş verin ama, eğer, kapitalizmin en eski gazetelerinden muhafazakâr The Times 'ın emektar yorumcusu William Rees-Mogg bile yazmaya başladıysa, bence gözlerinizi dört açın. Farkında mısınız? Petrolün varili 2003 yılında 29 dolardı. 2005'te 54.5'e, geçen ay da 77.50 dolara yükseldi, 80'i zorlayacak diyorlar.
Rees-Mogg, Uluslararası Enerji Ajansı'nın gelecek 10 yılda arz artışının sınırlı, talebin güçlü kalacağını gösteren korkutucu projeksiyonlarının önemini vurguladıktan sonra, uyarıyor: "Durum siyasi sorun olmaktan siyasi hesaplaşma aşamasına, oradan da mutlak jeolojik yetersizlik sorununa dönüşüyor. Petrol tedariki toplamı sıfır olan oyuna dönüşüyor. Kimi ülkeler varsıl kimleri yoksul olacak." Bu muhafazakâr, temkinli gazetenin emektar yazarı, yorumunu "Dünya, kendi teknolojisini, güçler dengesini, ekonomisini ve toplumsal özelliklerini yaratan petrol çağının sonuna geliyor" diyerek bitiriyor. Rees-Mogg'un rafineri kapasitesi yetersizliğine değinmemiş. Halbuki, örneğin bu yüzden, ham petrol satıp, işlenmiş ürün almak zorunda kalan petrol zengini İran, benzin kıtlığı çekebiliyor. Türkiye petrol zengini değil, gaz da yok ama rafinerileri, petrol dağıtım ağları var. Bunlar önümüzdeki dönemde yaşamsal öneme sahip olacak. Üstelik döviz girdisi, bölgesel jeopolitik güvenlik için de gerekli. Ama siz hepsini başka ülkelerin şirketlerine sattınız. Şimdi bu sektörde önceliklerinizi nasıl saptayacak, uygulayacaksınız?
Halkınızı nasıl doyuracaksınız?
Belki fark etmediniz ama geçen ay içinde, tahıl fiyatlarındaki ani sıçrama herkesi korkuttu. Bir taraftan küresel ısınmanın, yoğun tarımın, su stokları üzerindeki etkisi, diğer taraftan denetimsiz ithalatın, piyasa baskısının tahribatı ve piyasaların üreticiyi biyo-yakıta yönlendirme etkisi, nihayet Çin ve Hindistan'dan gelen güçlü talep artışı, küresel gıda fiyatlarını, dolayısıyla gıda ithalatı maliyetlerini arttırıyor. Köylüden kurtulduk diye seviniyordunuz, peki şimdi, yaşanmaz hale gelmeye başlayan kentler bir yana, eğer yeterli dövizi bulamazsanız halkınızı nasıl besleyeceksiniz?

Küresel likidite bolluğunda, değirmenin suyu nereden gelecek demeden, net yüzde 20'ye varan faizler verip bakracınızı doldurdunuz; ülkede borçla tüketim cenneti, borsada ballı kâr, düşük enflasyonla kâğıttan şatolar kurdunuz. Şimdi, uluslararası kredi piyasası daralmaya başlarken sermaye hareketleri bir yön değiştirirse ne yapacaksınız? Sıcak paranın kaçanını nasıl tutacak, kalana ne taviz vereceksiniz? Daha başka ne satacaksınız. Yoksa TL yine tepetaklak olacak, enflasyon tavana vuracak ve biz yine, yüzde bilmem kaç yoksullaşacak mıyız?

Amerikalılar, Fransızlar, AB stratejik kaynaklarına sahip çıkmaya, yabancılardan korumaya başlarken enerji, gıda, hatta su sektörlerinde tedarikin serbest piyasa yoluyla sağlanabileceğine güven hızla buhar olurken, siz ne tedbir almayı düşünüyorsunuz? Serbest piyasada paranız yetmediğinde ne olacak? Hiç düşündünüz mü? Yoksa o zaman gelince, siyasal İslamın ideolojik, yeni polis yasasının fiili sopasına mı güveniyorsunuz?
Son bir soru da sizi destekleyen ABD ve AB çevrelerine... Türkiye'de ABD'ye olumlu bakanların oranı yüzde 30-40 aralığından yüzde 9-10 aralığına, bu son "reformcu", "Batı yanlısı", "ılımlı Müslüman" hükümet döneminde düştü. Farkında mısınız?

No comments: