Tuesday, January 22, 2008

“Krizin” neresindeyiz?

(Cumhuriyet 21/01/08)

Eğer bu kriz “o kriz” ise, acaba sürecin neresindeyiz? “Kriz” başlayalı 6 ayı geçti ancak hala tünelin ucunda ışık yok. Yıl başından bu yana gelişmeler krizin derinleşmeye, yayılmaya devam ettiğini gösteriyor.

Yıl kötü başladı
Borsalar yıla kötü başladı. Bloomberg’e göre 1991’den bu yana en kötü başlangıç bu (15/01). Ocak’ın 3’üyle 18’i arasında, FT100 % 8.4, Dow Jones Sanayi İndeksi %7.8, daha geniş kapsamlı S&P 500 % 8.4, Financial Times Eurofin 300 %8.5, Nikkei % 5.6, Heng-Seng, % 8.5 düştü. Geçen hafta, Dow Jones 13,000’in tabanını delerek yoluna devam etti,12,000’lerin alt sınırına çok yaklaştı, FT100’de 6000’in altına indi.

“Bu ‘düzletmelerin’ sonuna geldik mi? Şimdi borsalar yeniden yükselmeye başlar mı?” Sorusuna karşılık, Barclays Capital’den stratejist Kochugovindan’a göre “risk göstergeleri ‘yeni bir kiriz’, riskten aşırı bir kaçışa var diyor, bu da satışların devam edeceğini düşündürüyor”(Financial Times 16/01). Wall Street Journal’ın baş yazısı da Cumartesi günü, krizin geldiği aşamayı, Charles Kindleberger’in krizlerin tarihi üzerine yazılmış (!?), Manias, Panics and Crashes çalışmasına göndermeyle “Panik” aşamasındayız diyordu (19/01) Clinton’un çalışma bakanı, Prof Robert Reich’e göre “ABD’de durum potansiyel olarak gerçekten vahim”(Le Monde 18/01)

Mali piyasalarda panik havasının yayılmaya başlaması doğal. “Kriz” başladığında, burası ABD “ev piyasasının en riskli bölümüydü, merak etmeyin yayılmayacak” deniyordu. Daha sonra, diğer kredi piyasalarını etkilemeye başlayınca da, “bu likidite krizi, sıkışıklık uzun sürmez, FED faizleri indirir, muslukları açarsa aşılır…”. Bu aşamada genel kanı krizin ABD piyasasıyla sınırlı olduğu doğrultusundaydı. “ABD’de de ekonomik zemin sağlamdı. Bir ekonomik yavaşlama yaşanabilirdi ama resesyon olasılığı yoktu. Kriz dünyanın geri kalanına bulaşmayacaktı, bir “ayrışma” başlamıştı. Diğer bölgelerdeki büyüme dünya ekonomisini koruyacaktı” . FED likidite musluğunu açtı, faizleri indirmeye başladı. AB Merkez bankası piyasaya yarım trilyon Avro bastı Ancak kriz yavaşlamadı. Kısa sürede, krizin bir likidite sorunu olmadığı, salt ABD’yi değil, tüm dünya ekonomisini etkileyen devasa bir kredi köpüğünün patlamaya başladığı “oraya çıktı”.

Çıkınca da durgunluk korkusu yerini resesyon korkusuna bıraktı. Ağustos başında, Google Business News’de, resesyon sorusuna 4500 sayfa gelirken, Ağustos sonunda bu sayı 9772’ye, Ekim başında 16,000, Aralık sonunda 52.000’e yükseldi. Cumartesi 75,000’e ulaştı. Medyada “resesyonu” tartışan yazıların bu hızla artması, piyasaların resesyon olasılığını benimsediğini gösteriyordu. Daha önce de aktarmıştık, kimi “resesyon olmayacak” diyen analistler, hızla “büyük olasılıkla…” diyenlerin kampına geçtiler. Morgan Stanley’den Richard Berner, 11 Ocak yorumunda da artık, “en azından ılımlı bir resesyon” diyor ve ekliyordu, “bu gün sorular resesyonun ne kadar derin ve uzun süreli olacağıyla ilgili”. Prof Roubini’ye göreyse “ekonomi çapında bir resesyona” girilmişti (USA Today 15/01)

Dahası, USA TODAY’de John Waggoner’e göre Wall Street, artık “stagflasyonu” konuşuyor (15/01) . Gerçekten de, kredi krizi yayılmaya devam eder, ABD’de tüketici talebi çöker, bir aşamada, halen sığınak liman işlevi gören gelişmekte olan piyasaları da etkilemeye başlarsa, resesyonun çok derin, geniş ve uzun süreli yaşanması, hatta enerji, gıda gibi malların fiyatlarındaki yapışkanlıktan dolayı “stagflasyona” dönüşmesi olasılığı da vardı. Altın’ın 900 dolara vurması iyi bir işaret değil.

Şimdi, The Economist’in işaret ettiği gibi, kritik bir soru şekilleniyor: Enflasyonist eğilimlere boş verip, bir mali-parasal genişlemeyle resesyonu engellemeye mi öncelik verelim? Yoksa enflasyona önem vererek, mali disiplini korumaya devam edelim, piyasanın kendi kendini temizlemesini mi bekleyelim?

Bu salt ekonomik değil, aslında siyasi bir sorun. ABD’de gündemde başkanlık seçimleri, ABD ve Avrupa’da işçi hareketinde uzun yıllardır görülmeyen bir canlanma var. Geçerken değinelim, tarih, tüm büyük resesyonlardan az önce işçi hareketinde belirgin bir canlanma yaşandığını gösteriyor. Morgan Stanley Baş ekonomisti Stephen Roach’da 1990’ların sonuna doğru, bir küreselleşme karşıtı tepkinin geleceğine savunuyordu. Dalga 1999’da aniden su yüzüne çıktı, 2001 resesyonundan az önce…

Şimdi anahtar kavram “bulaşıcılık”
Kriz başladığından bu yana analistlerin büyük çoğunluğu, mali piyasaların bir değimini ödünç alırsak hep “behind the curve” kaldılar. Şimdilerdeyse tartışmalara sızmaya başlayan sözcük “mali bulaşıcılık” (örneğin: Globe and Mail- Canada, 10/01; Munchau, Financial Times, 14/01; Elliott, Guardian,18/01; Outlook, WSJ, 19/01). Mali kriz, düşük kaliteli ipotek piyasasında, borç piyasalarına, banka sistemine, ABD’den Avrupa’ya Asya’ya bulaştı. Şimdi Ev piyasasından, çok daha büyük çaplı borçların söz konusu olduğu ticari gayri menkul piyasasına (Wall Street Journal, 09/01), banka piyasasından, özel sektörün yüksek-risk-yüksek getirili bono (Junk Bonds) piyasasına, bunları sigorta eden şirketlere (Credit Default Swaps) bulaşmaya başladı (Jubak, MSN Money, 18/01, Bajaj, New York Times, 19/01).

Bu sırada, mali kriz ABD’yle sınırlı kalmadı, Avrupa, Avustralya, Asya piyasalarını etkiliyor. Ev piyasaları krizi de, İngiltere’yi hatta İspanya’yı (Başyazı, FT 13/01; Bloomberg 18/01) etkilemeye başladı. Bu sırada, uluslararası mali sistemin (“sistemik kriz riski”), uluslararası para sisteminin, doların geleceğinin, oradan da karşılığı olmayan (sabit bir değere bağlı olmayan) para sistemlerinin zaaflarının tartışılmasına doğru evrilmeye başladı.

Bulaşıcılık artık, ekonomik model tartışmalarını da etkiliyor. Kendi kendine dengeye geleceği varsayılan mali piyasa “arızaya geçince”, Citigroup Merrill-Lynch, Morgan Stanley, Bear Sterns, UBS gibi “küreselleşmenin efendileri” de açıklarını kapatmak için Asya ve Ortadoğu devletlerinin mülkiyetindeki Egemen varlık Fonlarının kapılarını aşındırmaya başlayınca kafalar karıştı (yoksa açılmaya mı başladı? “Bildiğimiz kapitalizmin bir sorunu var”, Leonard, Salon 15/01).

Şimdi devlet müdahalesi, kamulaştırma açıkça tartışılıyor. Roubini’nin bloguna konan “Londra’lı bir bankacı” imzalı notta “faizleri indirmek, piyasaya para basmak çözüm değil, batık bankaları devletleştirilerek istikrar yeniden kurulmalı, mali disipline devam…” diyordu. Keynesgil modelin, mali politikayla, sağlık, eğitim gibi sosyal harcamalarla canlandırma, talep yönetimi (Business Week, 17/01), gibi araçlarının, yeniden gündeme gelmesi de anlamlı. Bu, son 20 yılın ekonomi yönetme modelinin artık tükendiğinin itirafı. Krizin ciddiyetini göstermesi açısından bundan daha tipik semptom olamaz diye düşünüyorum.

Tabii tüm bunlara tipik bir kriz semptomunu daha eklemek gerekiyor: Henüz kesin konuşmak için erken ama, seküler eğilimler, Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi, bir çok gözlemcinin de dikkat çektiği gibi ABD-Avrupa hinterlandından, Çin-Hindistan-Japonya hinterlandına doğru kaymaya başladığını düşündürüyor…

No comments: