Wednesday, February 27, 2008

Bir Semptom Olarak 'Kosova' devleti

(Cumhuriyet 25.02.2008)

Sırbistan'ın, sekiz yıldır Birleşmiş Milletler Protektorası olarak yaşayan parçası Kosova, 17 Şubat günü bağımsızlığını ilan etti. Böylece dünya yeni bir, üstelik de etnik temellere dayalı bir ulus "devlet" daha kazandı. ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya'nın yanı sıra, AKP yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin de hemen tanıdığı Kosova devleti çok ilginç, çok boyutlu bir sürecin başlamakta olduğunu haber veriyor:

Modernizmden postmodernizme ve geriye
Dünyada 20 adet etnik olarak homojen sayılabilecek devlet var. Temsil Edilemeyen Halklar ve Uluslar Örgütün' ün üye sayısına bakarak, geriye kalan yaklaşık 200 devlette bağımsızlık, otonomi veya daha geniş haklar talep eden en az 68 etnik grubun varlığından söz edilebilir. Bu örgüte üye olmayanları, örneğin Çin'deki 56 resmen tanınan etnik gurubu da göz önüne alınca, kimi gözlemciler Latin Amerika 'dan Uzakdoğu'ya verili tüm sınırları sorgulayacak kanlı bir parçalanma sürecinin başlayabileceğini düşünüyorlar.

Halbuki, daha 20 yıl önce, küreselleşen ve ABD liderliğindeki tek kutuplu dünyada ulus devletler giderek önemini kaybedecekti. Küreselleşme ve teknolojik devrimin etkisiyle tarih sahnesine El Kaide, Hizbullah gibi devlet dışı örgütler, süper- güçlenmiş bireyler (terörist) çıkarken ulus devletin sonu geliyordu. Gündemde bir ABD imparatorluğu, hatta, ABD'yi bile egemenliği altına alan bir "İmparatorluk" (Hart ve Negri) vardı. Böylece, tüm ülkelerin, egemenliklerinin sınırları ya ABD imparatorluğunun rakipsiz askeri gücüne, ya da "İmparatorluğun" ekonomik-siyasi gücüne tabi oluyordu.

Gerçekteyse, sermayenin yeni "yaşam dünyalarına" nüfuz etmesi hızlandıkça, neoliberal deregülasyon, ulus devletler altında yaşayan toplumların bölüşüm ilişkilerini, yerel topluluklar, etnik gruplar arası dengeleri altüst ediyor, kültürel dokularını çözüyordu. Böylece oluşan riskli ve güvensiz ortamlarda insanlar, en yakın etnik güvenlik ağlarına daha çok sarılıyor, toplu kimliklerini bu düzeyde yeniden tanımlayarak savunmaya çalışıyorlardı.
Modernizmin din, ırk etnik özellikleri aşarak kurulmaya çalışılan, toplumsal ilerlemeye açık, evrensel vatandaşlık kimliği, yerini etnik, dini ve mezhep kimliklerine dayalı postmodern bir siyasi şekillenmeye, reaksiyoner aşiret ( "somut" aidiyetlere dayalı topluluklar anlamında) yapılarına bırakıyordu... Kısacası, moderniteden postmoderniteye geçiş, modernite öncesi biçimleri doğurarak toplumsal gelişmenin önünü kapatıyordu.

Böylece, çokuluslu modern vatandaşlık devletleri parçalanmaya, küçük ve homojen, dolayısıyla hem kimliğini etnik düzeyde tanımlayan, hem de büyük güçlerin iradesi karşısında dirençsiz.. üstelik, etnik ve dini açıdan farklı komşularıyla kavgalı devletler, adeta, imparatorluklara bağlı dukalıklar dünyası bir olasılık olarak şekilleniyordu.

Realitenin karmaşıklığı, dinamizmi, her şeye kadir imparatorluk senaryosuna sığmadı. Aksine, birbirleriyle rekabet içinde, ABD hegemonyasını tehdit eden büyük güçlere dayalı, ABD Savunma Bakanı'nı Robert Gates 'in da geçenlerde Washington Post'ta kabul etmek zorunda kaldığı gibi bir "çok kutuplu dünya" şekillendi ( Jim Lobe , IPS, 18/02/08).

Şimdi, gündemde, "modernizmin merkeziyetçi, müdahaleci" devletinin yerini postmodernizmin, çokkültürlü, çok kimlikli demokratik özgürlükleri süreli güçlendirecek bir "piyasa devleti" yok. Aksine, yükselen güçlerin emperyalist rekabetlerinde araç ve hedef olacak devletlerin, etnik çatışmaların, savaşların ve Kosova, Doğu Timor, Afganistan, Irak gibi yeni tarz sömürgelerin dünyası var.

UN protektorasından AB-ABD 'protektorasına'
Kosova'nın bağımsızlık deklarasyonunu okuyanlar, Oxford'dan Prof. Timothy Garton Ash 'ın The Guardian' da dikkat çektiği gibi, garip bir şeyle karşılaşıyorlar. Belge bağımsızlık ilanından daha çok ABD ve AB'ye, NATO'ya sadakat, bağımlılık, uyum ve güven verme belgesi. Böylece Kosova; Sırbistan'dan ayrılma karşılığında, ABD ve AB'nin iradesini tümüyle kabul etmiş oluyor. The Economist 'in deyimiyle bir BM protektorasından , süresi belirsiz bir AB protektorasına dönüşüyor. Kosova'da 17 bin NATO Askeri, dünyanın en büyük ABD üslerinden biri, Kosova hükümetinin tüm kararlarını geri çevirebilecek yetkide bir AB görevlisi (valisi) var.

Diğer bir deyişle Kosova'nın bağımsızlık ilanıyla, siyasi varlığını büyük güçlerin garantisine, hatta fiili varlığına borçlu yeni bir devlet modeli doğmuş oluyor. Aslında Kosova'nın salt dış güvenliği değil, iç ekonomik yaşamını sürdürebilmesi de ABD ve AB desteğine bağlı. Kosova'nın işsizlik oranı yüzde 50'lerde dolaşan nüfusu, AB ve ABD'nin, "sivil toplum" örgütleri ve yardım fonlarıyla akıttığı sadakalarla ve "yeraltı ekonomisini" yöneten MAFIA örgütlenmeleriyle yaşayabiliyor. Karşımızda, büyük güçlerin askeri, siyasi ve ekonomik varlığı, yozlaşmış yerel seçkinler tabakası, yaygın suç örgütleri aracılığıyla yönetilen tipik bir (ABD-AB işbirliği olduğundan da kolektif) koloni "devlet" yapısı, modeli olduğu söylenebilir.
Sırbistan'a, daha doğrusu, Sırbistan'ın seçkinler tabakasına ve egemen sınıfına gelince, Prof. Ash'ın işaret ettiği gibi önlerinde iki seçenek kalıyor. Ya küsecek, kendi içine kapanarak uluslararası sermayenin "nimetlerinden" mahrum kalacak.. ya da "gerçekçi" bir tutumla, durumu kabullenerek, "süngüsü düşmüş" bir biçimde, ABD-AB iradesine boyun eğecek, AB sürecine katılmaya, yeni sömürgeleşmenin kırıntılarından nemalanmaya çalışacak. Böylece birçok benzer devletlere de örnek oluşturacak. " De nobis fabula narratur!"

Büyük güçler, doğal sınırlar, yeni koloniler
Bu sürecin, "doğal sınırlar" fantezisi bağlamında teorisini yapanlar da var. Fantezi diyorum.. çünkü bizzat "sınır" kavramı, doğal olmayan, bir toplumsal siyasi müdahaleye/şiddete işaret eder. Bu yüzden etnik, dini olarak "homojen" , devletlerin sınırları dahi, başlangıçtaki ideal tasarıya uymayan siyasi uzlaşmaların ürünüdür.

Ama bu fanteziyi ısrarla üretenlerin olduğunu, Ralph Peters 'in Atlantik Monthly 'nin Ocak/Şubat sayısında yine hortlayan haritasından ( Jeffery Goldberg , "After Iraq" ), daha önce aktardığım Vanity Fair dergisindeki "Kumdaki çizgiler" tartışmasından biliyoruz. ABD'de özellikle neo-con analistler arasında, Ortadoğu'daki sınırların çizilişindeki "yapaylık" iddialarından hareketler, etnik, mezhep ve din temelinde yeni sınırlar tasarlayanlar, bu arada, Douglas Feith 'in martta çıkacak olan kitabıyla ilgili sızıntılardan anladığım kadarıyla, oluşacak istikrarsızlık ortamlarına özellikle yatırım yapanlar da var. Peki ama neden?

Derinleşen ekonomik-mali kriz, büyük güçler arası rekabet, gittikçe artan "küresel ısınma" ve nüfus baskısı, doğal kaynakların, piyasaların ve ucuz iş gücü kaynaklarının doğrudan denetiminin önemini arttırdı. Küçük, komşularıyla sorunlu siyasi birimleri, daha doğarken sömürge ilişkileri içine hapsetmek, büyük ulus devletleri denetim altına almaktan daha kolay. İkincisi, giderek bir "sert-yumuşak güç" işbirliği dinamiği sergilemeye başlayan ABD-AB ekseni bu yolla, Rusya ve Çin gibi çok etnik gruplu siyasi birimleri destabilize etmeyi, zayıflatmayı umuyor. Üçüncüsü, Kosova, Rusya'nın Avrasya hinterlandında etkisini sınırlamak, tepkisini ölçmek için özel bir fırsat oluşturuyor.

No comments: