Sunday, February 17, 2008

Türk Sosyal Bilimler Derneği 40.Yılı Sempozyumunda yapılan sunuşun notları (14 Şubat 2008)

Krize ait bir biçim olarak Küreselleşme

1-Giriş
Çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Neo-liberalizmin temel ilkeleri, küreselleşmeciliğin temel varsayımlar, gündemdeki mali kriz içinde, giderek sorgulanıyorlar.

Halbuki bir önceki 1997-2000 mali krizinde, daha fazla küreselleşme, daha fazla neo-liberalizm öneriliyordu. Şimdi mali sistemin serbestliği (Financial Times, Martin Wolf), serbest ticaretin erdemleri (Business Week) sorgulanıyor. Keynesyen uygulamalar gündeme geliyor, ABD hazine Bakanı yardımcısı McCormic “diğer ülkelerin, ekonomilerinin talep bileşenini güçlendirmek için adım atmaları gerektiğini” savunuyor (Financial Times 5/01)

Son yıllarda literatüre “militarist küreselleşme” kavramı girmişti. Şimdi “Devlet eliyle küreselleşme”, “küreselleşmenin yönetilmesi”, “mali küreselleşmenin ilk krizi”, “Sistemik çöküş olasılığı” gibi ifadeler gazetelerin ekonomi sayfalarında boy gösteriyor.

Bir dönemin sonuna geldiğimize ilişkin bir “Zeitgeist” var. Ben de 1997-2000 mali sarsıntılarından sonra, küreselleşme dönemi kapanmaya başladığını, yönü henüz belirsiz bir döneme girdiğimizi düşünüyordum.

Bence, “Küreselleşme” kriz yönetme biçimlerinden biriydi. Şimdi, yalnızca işlevini kaybetmekle kalmıyor, krizin bulaşıcılığını, şiddetini arttırıyor. Konuşmamda küreselleşme ve kriz arasındaki bu ilişkiyle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

2-Küreselleşme tartışmaları
Küreselleşme kavramı ve “küreselleşmecilik”, neo-liberalizmin çevre ülkelerde yaygınlaşmasında önemli bir rol oynadı.

Bu kavram, söylemimize çok özel bir anda girdi. Her ne kadar 1980’de Reagan “küresel bir serbest piyasa kurma” hedefinden, aynı zamanda bir “özgürlük projesi” olarak söz ediyor idiyse de - küreselleşme kavramı ve tartışmaları gündemimize, 1980’lerin sonunda-1990’ların başında

1- Neo-liberalizmin 1987’de yaşanan ilk borsa krizini izleyen 90-91 resesyonu sırasında
2- 1989’da Doğu Bloku çöker, büyük bir ekonomik bir coğrafya uluslararası kapitalizmin kullanımına açılırken
3- 1987 krizinden sonra mali sermaye yeni avlanma alanları arar, yükselen piyasalar olgusuyla finansallaşma hızlanır neo-liberalizm, bu piyasalarda yeni bir atılım yaparken
4- ABD’nin ekonomik, kültürel liderliği zayıflarken, Soğuk Savaş bittikten sonra, Kissinger'in deyimiyle “bir dış politika paradigması sorunu” oluştuğu sırada, söylemimize girdi.

Hem de öznesiz (adeta doğal bir süreç), engellenemez, geri çevrilemez, dışında kalınamaz vb… gibi metafizik sıfatla birlikte…

Girer girmez popüler söylemde çok güçlü, ABD’nin ekonomik kültürel liderliğini de temsil eden bir kavram oldu. “Küreselleşme nedir” tartışmaları da hızla başladı, kısa sürede adeta endüstri haline geldi…

10 Yıl sonra, David Held ve Anthony McGrev, bu tartışmaları topladıkları, Global Transformations Reader başlıklı çalışmalarında, hala bir tanım üzerinde anlaşılamadığına işaret ederek, iki ana akım saptıyorlardı

Biri, yeni önemli bir tarihsel dönemde olduğumuzu savunan küreselleşmeciler - Globalists
İkincisi, küreselleşmenin bir ideolojik yapıntı, myth olduğunu söyleyen şüpheciler. Sceptics.

Ben, küreselleşme kavramının emperyalizm kavramını örtmeye başlamasından dolayı ikinci kanada yakın iken, daha sonra, her ikisine de hem evet hem de hayır dediğim bir noktaya geldim. Şöyle:

Birincisi: Küreselleşme, onu, bir önceki dönemden ayıran özellikleri, nispeten özgün bir iç işleyişi olan , önemli bir tarihsel dönem olarak görülebilir. Ama bu dönemi tanımlamaya gelince Justin Rosenberg’in sergilediği gibi bir kavram kargaşası oluşuyor. Ne, ilişkilerin, kurulan bağlantıların daha hızlı, daha yoğun olması ne de topraktan/mekandan kopma (de-territor-ilialization) iddiaları bu kargaşayı ortadan kaldıramıyor…

İkincisi, küreselleşmenin, mal, mali sermaye ve insan hareketlerinde hızlanma, akışkanlık, yeni coğrafyaların açılması; toplumsal ilişkilerin bir zaman ve mekan sıkışmasına bağlı olarak yoğunlaşması; bu sıkışmaya bağlı olarak genelde bir kayganlık alt üst oluş duygusu, gibi daha önce de 19 yüzyılın sonunda da görebildiğimiz gerçek/maddi özellikleri var.

Bu nedenle bir myth olmadığı kesin, ama hızla anahtar kavram haline gelmesinden hareketle küreselleşmenin gerçekten de bu gerçek özellikleri “sembolik evren” içinde belli bir biçimde temsil eden, anlamlandıran bir ideolojik yapıntı olduğu da söylenebilir.

2- Perspektif sorunu
Bu yaklaşımların ikisi de yeterli değil. Ama çözüm bunların “uygun parçalarından” sentetik bir üçüncü-yol oluşturmaktan geçmiyor. Bence bir perspektif değişikliği gerekli.

Örneğin, küreselleşme “ne dir?” yerine “neden var?” sorusu üzerinde yoğunlaşabiliriz.

Bu noktada, öncelikle hangi küreselleşmeyi tartıştığımızı açıklığa kavuşturmamız gerekiyor: Çünkü, birbiri içine girmiş üç farklı “küreselleşme”en söz edilebilir.

1-İlk insan topluluklarından bu yana gezegenin yüzeyini ekonomik, siyasi kültürel ağlarla biteviye düzenleyen bir süreç olarak “küreselleşme”

2- 15. yüzyıldan itibaren oluşan Avrupa merkezli ticari-askeri, daha sonra da sonra kapitalizmin, belirleyicili hale gelmesiyle ya da - Bob Jessop’un bir kavramını alırsak “ekolojik egemenliğini” kurmasıyla ilerleyen kapitalist küreselleşme.

3- Kapitalist küreselleşme içinde, sermayenin, malların hatta insanların dolaşımının aniden hızlandığı yaygınlaştığı, ekonominin finansallaştığı, teknolojik gelişmelerin arttığı bir dönem olarak küreselleşme.

1990’larda tartışmaya başladığımız, aslında bu 3. küreselleşmeye ilişkin olgular.

Bu açıdan bakınca da, bu küreselleşmenin, kapitalizmin 1970’lerde başlayan yapısal kriziyle, bu kriz içinde, neo-liberalizmin egemenliğiyle ve finansallaşmayla çakıştığını görebiliriz.

“Kriz”, çok karmaşık ve tartışmalı bir konu olmakla birlikte sanırım şunları söyleyebiliriz:
3- Kriz, finansallaşma ve küreselleşme
Merkez ülkelerde kar oranları 1970’lerde gerilemeye, sermeye birikim hızı yavaşlamaya başlıyor, bir aşırı üretim/talep ve yatırım alanları yetersizliği sorunu oluşuyor.

Aşırı üretimi ve talep yetersizliği sorununu kredi hacmini genişleterek aşma çabaları finansallaşmayı hızlandırıyor. Sermaye de giderek, artı-değer üretiminden, birikmiş değerlerin emilmesine, hatta mülksüzleştirme yoluyla el konmasına olanak veren, finansal spekülasyon alanına kaymaya, en akışkan biçimi tercih etmeye başlıyor.

Bu finansallaşma, sermayenin bu bölümü üzerinde yaşayan kapitalist sınıf fraksiyonlarının inisiyatifini, Susan George ve David Harvey’in örneklediği gibi, politika belirleme gücünün artmasını da beraberinde getirdi.

Bu fraksiyonun siyasi etkisi, merkez ülkelerde ve çevre ülkelerde, sermayenin serbestçe dolaşmasının önündeki tüm engelleri kaldıran yeni bir ekonomik modelin, neo-liberalizmin benimsenmesinde büyük rol oynadı.

Bu uygulama altında
Toplumun hemen tümünden, en üst gelir dilimine yoğun bir servet transferi gerçekleştikçe, (Dumenil ve Levy - Hatta Warren Buffet),
İşçi hareketinin sınıf sekilenmesi bozuldukça,
Kültürel ortam,
Sermayeye yönelik yapısal ve bütünsel eleştirileri bloke edecek,
Özgürlük, ahlak, estetik anlayışlarını sermayenin talepleriyle tanımlayacak,
Tüketimi ve tüketimin finansmanını hızlandıracak biçimde

yeniden şekillenmeye başladı. Bu şekillenme söz konusu fraksiyonun hegemonyasını daha da güçlendirdi.

Finansallaşma ve tüketimi hızlandırmanın gereksinimleriyle, bilgi işlem, telekomünikasyon, “kültür endüstrisi” teknolojilerinin özellikle desteklenmesi arasında da bir ilişki bulabiliriz.

Böylece küreselleşmenin iki bileşeni, finansallaşma ve teknolojik gelişmeyle kapitalizmin krizi arasında bir nedensellik ilişkisi kurabiliriz.

4- Kar oranları düşme yasası ve karşıt eğilimleri
Küreselleşme döneminde, sermayenin dolaşımı, finansallaşma hızlanır ve yaygınlaşırken, çevre ülkelerin ekonomik ve siyasi coğrafyalarında, hatta siyasi rejimlerinde, kültürel yaşamlarında önemli yeniden yapılanmalar gözlüyoruz.

Kapitalizmin kriziyle, küreselleşmenin çevre ülkeler üzerindeki etkileri, arasında da bir ilişki kurmak olanaklı.

Bunun için Das Kapital’in III. Cildinin “Kar oranları” düşme yasası bölümüne giderek, oradaki karşıt eğilimleri kısaca anımsamak gerekiyor:

Bu karşıt eğilimleri şöyle özetleyebiliriz.

1- Makineleşme yoluyla emek üretkenliğinin arttırılması
2- Üretim sırasında sermayenin ve işçinin boşta kalma süresinin azaltılması
3- Sermayenin üretim dışında atıl kaldığı sürenin azaltılması. Dolaşımının hızlandırılması
4- Aşırı üretim sonucu, talep eksikliği sorunu olan malların, başka coğrafyalara gönderilmesi
5- Bulunduğu bölgede, verili kar oranlarında değerlenemeyen sermayeyi başka bölgelerde yatırıma yöneltmek
6- Üretimi sürdürmek ve genişletmek için kredi yaratmak
7- Sermayenin organik bileşimini düşürecek yeni üretim alanları yaratmak.

Bu karşıt eğilimler bize

Hem teknolojik yeniliklerin, hem sermayenin yeni örgütlenme biçimlerinin arkasındaki motivasyonu veriyor,

Hem de küreselleşmenin en önemli özeliklerinden malların ve sermayenin dolaşımının hızlanması ve yaygınlaşmasının arkasındaki motivasyonu.

İhraç edilen sermayenin (finansal veya sanayi faaliyeti içinde) değerlenebilmesi, malların tüketilebilmesi için, hedef coğrafyaların ekonomik kültürel ve yasal yapılarının, bu gelen sermayenin değerlenme koşullarıyla uyum halinde olması gerekir.

Bu gereksinim de bize çevre ülkelerin ekonomilerinin küreselleşme döneminde yeniden şekillendirilmesinin (IMF programları vb) ve yerel kültürlerinin gelen malların tüketimine ve sermayenin işleyişine uygun olarak dönüştürülmesinin arkasındaki kriz dinamiklerini gösteriyor.

Bu yeniden şekillenme, çevre ülkelerde, gelen sermayenin değerlenme sürecini destekleyecek gerektiğinde savunacak yeni sınıf ittifakları, yeni kültürel seçkinler vb yaratıyor siyasi yapısını değiştiriyor.

Özetle: küreselleşme karşımıza, yapısal krizi içinde bir noktada egemen sermayeye değerlenme alanları açmak için çevre ülkelerde uygun yapılanmaların (Harvey’in deyimiyle, Structured coherenece) ve uygun duyarlılıkların (structure of sensibilities) oluşturulmasının bir biçimi olarak çıkıyor.

Öyleyse, bu 3. tür küreselleşmenin kar oranları yasasının karşıt eğilimlerini hareket geçiren güçlerin yarattığı ekonomik, siyasi ve kültürel bir oluşum, bir kriz formu olduğunu söyleyebiliriz -

Başa dönersek, küreselleşmenin içeriğini bu maddi gelişmeler oluşturuyor. Ancak, Küreselleşme bir kavram olarak, aynı zamanda, engellenemez, geri çevrelemez, yep yeni bir aşama, post-kapitalizm gibi anlamları da üstelenerek, bu süreci “sembolik evrende” destekleyen, kapitalizmle ve emperyalizmle ilişkisine yönelik eleştirileri bastıran, çarpıtan bir fantezi, ideolojik yapıntı olarak da karşımıza çıkıyor.

5- Küreselleşme tükendi
Ancak küreselleşmenin, serbest ticaret, mali serbesti, küresel tedarik zinciri, mali disiplin gibi özellikleri, krizin bu aşamasında sermayenin gereksinimleriyle çelişmeye başladı.

· Tedarik zinciri çok karmaşıklaştı, şeffaflığını yitirdi, kırılganlaştı
· Mali sistemin denetlenmesi gerekiyor
· Kredi köpüğü patlarken, aşırı üretim kriz geri geliyor-talep yönetimi gündeme geliyor- bu serbest ticaretle, açık ekonomiyle ile uyuşmuyor
· Serbest ticaret, mali serbestlik egemen büyük güçlerden daha çok, yeni yükselen güçlerin yararına çalışmaya uluslararası dengeleri tehdit etmeye başlıyor.
· Ülkeler içindeki gelir dağılımı bozuldukça da küreselleşme karşıtı politikalar ön plana çıkmaya başlıyor…

Sermayenin, yapısal krizin bu aşamasında, bu güne kadar ilerlediği yöntemlere, daha fazla küreselleşerek ilerlemesi artık bana çok zor geliyor

No comments: