Tuesday, August 19, 2008

İki Fırtına Birden Küreselleşirken…

(Cumhuriyet 18.08.2008)

Tarihçi Niall Ferguson’un 7 Ağustos tarihli Financial Times’daki yorumunun başlığı şöyleydi: “Yerel bir kasırga, nasıl küresel bir fırtınaya dönüşebilir.” Ferguson, ABD’de başlayarak, bir yıl içinde hızla küresel bir krize dönüşmeye başlayan mali krize ilişkin olarak, “Hayır bu büyük depresyon değil… Ama 1930’larda olduğu gibi kritik aşama, ABD aşaması değil… Kriz küreselleştiği zaman da ‘kredi kıtlığı’ kavramı artık yeterli olmayacak” diyordu.

Ferguson birkaç gün daha bekleseydi, Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısını, Rusya’nın tepkisini, ABD ve AB’nin tutumlarını da görebilir, (Putin’den ne kadar nefret ettiğini de anımsarsak: “Look back at Weimar – and start to worry about Russia”, The Daily Telegraph 01/01/2005) yorumunun kapsamını, başlığını hiç değiştirmeye gerek kalmadan, “Münih 1938”e doğru genişletmeye başlayabilirdi.

Gerçekten de geçen hafta olgular, ekonomik ve siyasi krizlerin, 1930’ları anımsatır bir biçimde birbirine paralel gelişmeye başladığını gösteriyordu.

Öbür nal da düşerken!’
Geçen hafta açıklanan veriler dünya ekonomisinde, Financial Times’ın deyimiyle “öbür nalın da düştüğünü” gösteriyordu. Financial Times, “geçen on yıllar boyunca (ABD hegemonyası döneminde - E.Y.) dünya ekonomisinde eşzamanlı durgunlukların kaynağı her zaman ABD ekonomisi olmuştu. Bu artık tümüyle doğru değil” diyerek (ve ister istemez ABD’nin ekonomik ağırlığının artık eskisi gibi olmadığını itiraf ederek) Japonya ve Avrupa’da başlayan resesyona dikkat çekiyordu. Dünya ekonomisinin “öbür nalı da düşmüştü” (15/08/08).

Aynı gün Wall Street Journal’da bir araştırma, dünya ekonomisini masaya yatırıyor, öncelikle “çifte bela” deyimiyle ABD’de enflasyonun aniden sıçradığına, Avrupa’da Avro bölgesinde ekonomik büyüme hızının negatif alana geçtiğine dikkat çekiyordu. Yazarların aktardığına göre, J.P. Morgan ekonomistlerinden David Hensley de müşterilerine gönderdiği bilgi notunda, “ABD’den Batı Avrupa’ya ve Japonya’ya doğru genişleyen ekonomik yavaşlama içinde dünya ekonomisi bozuk sesler çıkarıyor, durgunluk gelişmekte olan ekonomileri de etkisi altına alıyor” diyormuş.

Gerçekten de Asya kaplanlarının ihracatları geriliyor, Japonya resesyona girdi, İngiltere ve İspanya’da ev piyasası krizi, enflasyon ve ekonomik durgunluk hızla stagflasyona dönüşüyor. İtalya resesyonda. Yakın zaman kadar Avro bölgesinde parlak bir performans sergileyen Alman ekonomisi de özellikle ihracatın gerilemesine paralel olarak daralmaya başladı. Ekonomik durgunluk yayılır, bu arada enflasyon artarken AB, tarihinin en kritik sorunuyla nihayet yüzleşmeye hazırlanıyor: Avro, farklı yapısal özelliklere sahip ekonomilere tek bir döviz ve faiz oranı uygulamanın tetikleyeceği siyasi tepkilere dayanabilecek mi?

Dünyada ekonomik Zeitgeist’in belirgin bir biçimde değiştiğinin bir göstergesi de emtia ve petrol fiyatlarında ortaya çıkan yeni eğilim. Durgunluktan korkmaya başlayan spekülatörler emtia ve petrol kontratlarını satarak dolara geçiyor, ABD piyasalarına sığınmaya çalışıyorlar. Bu kez de yükselmeye başlayan dolar, ABD ekonomisinin tek umut veren bölgesini, ihracatını vurmaya başladı. Özetle, yerel (ABD ev piyasası krizi) kasırga artık küresel bir fırtınaya dönüştü. Çin’in bu fırtınanın göreli olarak (hâlâ) dışında olması da anlamlı…

‘Gerçek anlamda küresel bir kriz’
Gürcistan, nüfusu, yüzölçümü açısından Türkiye’nin 10’da birinden daha küçük bir ülkedir. Ama bu ülkenin bir “renkli devrim” ürünü, ABD uydusu yönetimi, Rusya’nın koruması altındaki, statüsü tartışmalı Güney Osetya bölgesine saldırınca, Der Spiegel’in deyimiyle “gerçek anlamda küresel bir kriz” patlak verdi.

Başlangıçta ABD yönetimi, belki, Rusya’nın kararlılığını, tepkisini ölçmek amacıyla, son yıllarda büyük bir hızla silahlandırdığı Gürcistan yönetimine saldırı için yeşil ışık yakmıştı. Ama Rusya’nın tepkisi bu durumu tersine çevirdi. Gürcistan topraklarına girip, Gürcü ordusunu kolaylıkla ezerek, ülkenin başkenti Tiflis’e 30 km. kadar yaklaşan, depolanmış ABD silahlarını buldukça imha eden Rusya, ABD’nin kararlılığını, Transatlantik ittifakının gücünü ölçme şansını yakaladı. Bir Sukoi-25 savaş uçağının petrol boru hattını “yanlışlıkla” bombalama noktasına gelmiş olması, mesajı gereken yerlere ulaştırıyordu. Haaretz (14/08) durumun bir diğer boyutuna da işaret etti. Ancak bunlar, “olayın” gerçek anlamda küresel bir krize dönüşmesine yol açan tek etken değil.

Birincisi, Rusya, NATO’nun genişlemesi, “renkli devrimler” v.b ile başlayan, en son Kosova’nın bağımsızlık ilanıyla devam eden ABD kuşatmasına karşı ilk kez, hem de ABD’nin enerji jeopolitiği açısından büyük stratejik öneme sahip bir bölgede, ABD hesaplarını tehlikeye atan başarılı bir askeri operasyon gerçekleştirerek süper güç konumuna geri dönüyordu (Haaretz, age).

İkincisi, AB’nin üç büyük ülkesi Almanya, Fransa, İtalya, hatta Finlandiya, Rusya’yı suçlamaya yanaşmadılar. ABD medyası, bir propaganda makinesine dönüşerek, savaşın tüm sorumluluğunu Rusya’nın üzerine yıkmaya çalıştı (Olga Ivanova, Washington Post, 15/08), ama bırakın Avrupa’yı, İngiltere medyasını bile ikna etmekte zorlandı (Mary Dejevksi, Independent, 15/08). Böylece, ABD’nin tek kutuplu dünya projesi, hem Rusya karşısında sergilediği iktidarsızlıktan (iktidara getirip, silahlandırdığı bir yönetimi koruyamadı), hem de AB’yi Rusya’ya karşı tavır almaya zorlayamadığı için çöktü.

Üçüncüsü, Gürcü hükümeti, ABD ve AB’ye güvenerek Rusya’nın gazabını üzerine çekti, ama sonuçlarına yalnız katlanmak zorunda kaldı; sonra da AB ve ABD’nin eliyle toprak bütünlüğüne son veren, onur kırıcı bir ateşkes anlaşmasını, Rusya’dan önce imzalamaya zorlandı. Böylece, tüm umutlarını ABD ve AB’nin sağlayacağı güvenlik şemsiyesine bağlamış Gürcülerin yaşadıkları şok, imparatorların vassallarını, gerektiğinde, nasıl kolaylıkla önce namluya sürüp, sonra feda edebileceğini bölge ülkelerine bir kez daha anımsattı. Neweuropeans dergisinin editörü, Bianchiari’nin deyimiyle, “Amerikancı illüzyonları yıktı” (Neweuropeans, 15/08).

Dördüncüsü, Gürcistan krizi AB içi bölünmeyi yeniden gündeme getirdi, hem de AB üzerindeki, yukarıda vurguladığım, ekonomik basınçlar artarken.

“Kriz”, “düzen” sürdürülemez noktaya geldiğinde ortaya çıkan belirsizliklere ilişkin bir kavramdır. ABD’nin ekonomik modeli (neoliberal küreselleşme) ve tek kutuplu dünya (imparatorluk) projesi sürdürülemez noktaya geldiler. Ancak ortada yeni bir hegemonya adayı, yeni bir kutup yeni bir model yok.

Buna karşılık, askeri olarak çok güçlü, ekonomik olarak çok kırılgan ABD’yi, geleceği giderek sorunlu hale gelen AB’yi, yeniden süper güç olmaya kararlı, Rusya’yı, Batı’yı ekonomik ve mali olarak zorlarken, bölgesinde yumuşak gücüyle yükselen Çin’i, uluslararası piyasalarda kendilerini koruma kapasitesine sahip, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkeleri, İran, Suudi Arabistan gibi enerji zenginlerini içeren bir güçler dengesi iklimi şekillendi. Aynı anda dünya ekonomisi, 1930’lardan bu yana tarihinin en derin ve genelleşmiş ekonomik krizini yaşıyor…

“- Pardon, iyi duyamadım.. emperyalizm, ‘paylaşım savaşları’ mı dediniz? Ne kadar kötümsersiniz!”

No comments: