Monday, March 16, 2009

Son Tren Kaçıyor mu?

Geçen hafta dünya borsalarında ilginç bir toparlanma yaşandı, ama ekonomik kriz derinleşmeye devam ediyor. Bir an önce önleyici ekonomik önlemlerin küresel düzeyde, eşgüdümlü olarak devreye sokulması gerekiyor.

Ne yazık ki, cumartesi günü tamamlanan, G20 ülkeleri maliye bakanlarının, merkez bankası guvernörlerinin iki günlük ortak toplantısı umut vermedi. Nisan başında yapılacak ve çok büyük önlem atfedilen G20 Londra toplantısının öncesinde su yüzüne çıkan çelişkiler, ister istemez akla, dünyayı bir uçurumun eşiğinden çekip almayı başaramayan 1933 Londra Ekonomik Konferansı’nı getiriyor. O zaman hegemonyası gerilemekte olan İngiltere, ABD ile Avrupalı güçler arasındaki uyumsuzlukları aşarak ortak bir ekonomi politikası şekillendirmeyi başaramamıştı…

İşsizlik krizi, güven krizi, dolar krizi…

Dünya ekonomisinde, geçen 25 yılın üretim ve talep kapasitesinin arasındaki kredi köpüğü sönmeye başlayınca, hem sanayi üretimi hızla düşmeye hem de işsizlik hızla artmaya başladı. İşsizlikteki hızlı artışın, tüketimi, tüketici kredileri piyasasını etkileyerek sanayinin, bankaların krizini derinleştirmesi, bunun geri yansımasıyla oluşacak kısırdöngünün yanı sıra son derece de ciddi siyasi sonuçları olacağı kesin. İşsizlik arttıkça, yabancı düşmanlığı, ırkçılık artıyor ama sınıf mücadelesi keskinleştikçe, işçi sınıfının parti ve sendikalarının kimi kazanımlar elde etmesine olanak sağlayacak bir ortam da oluşmaya başlıyor…

The Economist bu hafta, konuyu“İşsizlik krizi” başlığıyla kapak yaparken her zamanki “sınıf tavrıyla” hükümetleri, “Sakın, işsizlik artışını engellemeye çalışırken emek piyasasının esnekliğini azaltmayın” demeye getirerek uyarıyordu. Diğer bir deyişle The Economist, hükümetlerin, siyasi gerginlikleri azaltmak adına işçi sınıfına kimi tavizler vererek neoliberalizmin 25 yıllık kazanımlarını elden çıkarmasından korkuyor. Ama bu konuda yapacak fazla bir şey olmadığını da teslim ediyor…

Güven krizine gelince, bu ABD ekonomisinin bozulmaya devam eden mali dengeleri ve bunlarla,“uluslararası dengesizlikler”denen olgu arasındaki bağlantıyla ilgili. The Economist, ABD mali sisteminin, Warren Bufet’in kaptanlığındaki amiral gemilerinden Berkshire Hathaway’in kredi reytinginin, Vietnam’ınkinden bile daha kötü olduğuna dikkat çekiyor; özel sektör borçlanma piyasasında güvenin zayıflamaya devam ettiğini vurguluyordu.

Ama çok daha önemli,“uluslararası dengesizliklerden”kaynaklanan ve doların geleceğine ilişkin bir güven sorunu daha var. ABD, mali açığını diğer ülkelerin tasarruflarıyla finanse eder, onların üretim kapasitesini emen bir pazar rolü üstlenir, bu arada gittikçe artan bir dış açık yaratırken birçok ülkenin, ama en önemlisi Çin’in elinde çoğu ABD Hazine kâğıtları olmak üzere dolar cinsiden büyük rezervler oluştu. ABD’de, hızlı, şiddetli resesyonun ve hükümetin depresyonu engellemek için hareket geçirdiği ekonomi politikalarının etkisiyle, bütçe açığı ve borçlanma gereksinimi giderek büyüyor. Bu nedenle de ABD’ye borç verenler arasında, ABD’nin bu borçları “honore”etme kapasitesine, dolayısıyla bu rezervlerin geleceğine olan güven giderek azalıyor.

“Honore” etme kavramını özellikle kullandım. Geçen hafta Çin Başbakanı Wen Chiabo, Asya’nın geleneksel “borç - namus” ilişkisi anlayışına uygun bir biçimde bu konuya tam da bu vurguyla yanaşarak (The Asia Times 13/03), kaygılanmaya başladıklarını dile getirdi, Obamayönetimini bu konuda güven tazeleyici açıklamalar yapmaya zorladı. Çin’in ABD kâğıtlarına ilgisi azalmaya başlarsa bu, doların ve dolara dayalı uluslararası mali sistemin altındaki son desteğin de hızla erimeye başlaması anlamına gelecek.

Roma yanarken…

G20 toplantısına bu ortamda gidiliyor, yine dünya 1933’te olduğu gibi adeta bir uçurumun kenarında…

Ancak, hem ABD ve AB ülkeleri hem de AB içinde oluşan uyumsuzluklar ortak bir tutum oluşturulmasını engelliyor. Örneğin ABD’de Obama’nın baş ekonomik danışmanı Lawrence Summers, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden öncelikle talebi arttırıcı maliye politikalarına öncelik vermelerini talep ediyor. Ancak birçok gelişmekte olan ülke böyle bir mali genişlemeyi gerçekleştirecek olanaktan yoksun. Avrupa Birliği liderleri özellikle Fransa ve Almanya ise talep genişletici tedbirlerden önce mali sistemin, özellikle“ihtiyat fonlarının” (heç fonların) etkinliklerinin denetlenmesine yönelik önlemlere öncelik vermek istiyor. Fransa ve Almanya ülkelerinin refah devletinin, ABD’nin aksine, yeterli düzenleyicilere sahip olduğuna, gerekli harcamaları yaptıklarına inanıyorlar. Ancak ABD de küresel egemenliğinin önemli bir aracı olan bu kurumlara yönelik denetlenmesine karşı çıkıyor.

ABD önce mali sistemi (ABD hegemonyasının en önemli bileşenini) kurtaralım derken AB liderliği, krizin sorumlusu olarak gördüğü mali sistemi denetim altına almayı, ABD hegemonyansının araçlarından birinin gücünü kırmayı amaçlıyor.

Bu nedenle geçen hafta Almanya ve Fransa, aralarındaki AB yönetimine ilişkin farkları bir kenara bırakıp Summers’ın önerisine karşı olduklarını açıkladılar. Bir diğer tartışma konusu da IMF’nin fonlarının genişletilmesi ve denetim gücünün arttırılmasıydı. IMF esas olarak ABD hegemonyası altına işleyen bir kurum. Hâlâ, IMF’de Benelux ülkeleri, Çin’den daha fazla oy hakkına sahip. IMF bütçesinin 500 milyar dolara çıkarılması kabul edildi ama gelişmiş ülkeleri de, denetleyebilmesi için gücünün arttırılmasına AB karşı çıktı. IMF fonlarının arttırılmasına gelince, bu çok uzun ve yavaş işleyecek bir süreç. Hızlanması için IMF’nin yapısının değişmesi ve ülkelerin Japonya örneğinde olduğu gibi kendiliklerinden “kutuya” para atmaları gerekiyor.

Avrupa ülkelerinin de birlikte davranmasını engelleyen bir seri uyumsuzluk söz konusu. Bunlardan biri, mali kriz içinde iflas noktasına gelen Doğu Avrupa ülkeleri (ki ABD ile sıkı siyasi bağları var) ile bunlara yardım etmeye yanaşmayan Almanya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkeleri arasında. İkinci uyumsuzluk, daha fazla korumacılığa izin verilmesini, İstikrar Paktı’nın daha gevşek uygulanmasını isteyen Fransa, İtalya gibi ülkelerle, Almanya ve İngiltere arasında. Bir diğer sorun Avro kullananlarla, Avro’ya girmek isteyen ve koşulların yumuşatılmasını isteyenler arasında. Bu yüzden AB ülkeleri kendi aralarında da krize karşı bir eşgüdüm oluşturamıyorlar.

Roma Yanarken…” Londra’da toplananlar tartışmaya devam ediyorlar. Kapitalizmin küresel yönetişim sorunları giderek ağırlaşıyor. Garip bir biçimde ABD, bütçe açıklarına aldırmayın diyor; IMF, Asya ülkelerinden para istiyor; Çin, ABD mali sistemine güvensizlik belirtiyor…Financial Times’dan Gillian Tett’ın deyişiyle “Bu tam anlamıyla küreselleşmenin kriz”...

No comments: