Tuesday, May 19, 2009

Ortadoğu’da Bir Şeyler Oluyor - I

Son günlerde baş döndürücü bir hıza ulaşan diplomasi trafiğine bakarak, “Ortadoğu Barış sürecinin çorak toprağında sanki yeniden bir şeyler filizleniyor gibi…” diye düşünmek olanaklı.

Nisan ayında Ürdün Kralı II. Abdullah, mayıs başında İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Washington’daydılar. II. Abdullah’ın 2002 Arap Barış Planı’nı, 57 Müslüman devletin İsrail’i tanıması önerisiyle zenginleştirerek, böylece İsrail’e güvenlik açısından daha geniş bir ufuk açarak, yeniden gündeme getirmesi uluslararası alanda büyük ilgi uyandırdı.

Başbakan Netanyahu 12 Mayıs’ta Mısır Devlet başkanı Mübarek ile buluştu; bugün Washington’da Obama ile buluşuyor. Obama 26 Mayıs’ta Mübarek’i, 28 Mayısta Filistin Yönetimi Başkanı Abbas’ıağırlayacak. Bu maratonun, 4 Haziran’da Obama’nın Kahire’de Arap dünyasına hitabet yapacağı“çok önemli” açıklamalarla tamamlanması bekleniyor.

Geçmiş deneylere, “Oslo sürecine”, “Yol haritasına”, “Annapolis Zirvesi’ne” bakarak iyimser olmak gerçekten çok zor. Ama bu kez, tüm zorluklara karşın yeni bir “durum” oluşmuş gibi görünüyor.

ABD yönetiminde yeni-gerçekçilik…

Barış sürecindeki tıkanıklıkların, en önemli nedeninin, İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlık noktalarının aşılması bir yana, ABD’nin “tarafsız arabulucu”rolünü hakkıyla üstlenmeyi başaramamış olduğu söylenebilir. Wolfowitz, Perle, Faith gibi neo-con-JİNSA tiplerinin egemen olduğu Bush döneminde, İsrail’e neredeyse açık çek verilmesi, hem İsrail’in Lübnan ve Gazze gibi maceralara sürüklenmesine katkıda bulundu, hem de Arap dünyasının, ABD inisiyatiflerini İsrail yararına zaman kazanmaya yönelik “oyunlar” olarak algılamasına yol açtı.

Başkan seçildikten sonra, “İsrail dostu olmak, Likud üyesi olmak anlamına gelmez” diyen Obama’nın Ortadoğu politikasının Bush döneminden farklı bir bakış açısıyla şekillendirildiği anlaşılıyor. Bush yönetimi, neo-con-JINSA tiplerinin de etkisiyle, Ortadoğu’yu, imparatorluk projesinin başlangıç noktası, ABD’nin askeri gücünün dönüştürücü kapasitesini kanıtlayacağı tarih sahnesi olarak görüyordu.

Obama yönetiminin kimi en üst düzey kadrolarının yaklaşımları, Ortadoğu’yu ABD hegemonyasını, liderlik, güvenilirlik ve kabul edilebilirlik özelliklerini kanıtlayarak restore edebilecekleri bir sahne olarak gördüklerini düşündürüyor. Obama yönetiminde kabine ile başkan arasındaki ilişkiyi yürüten, Yahudi asıllı Rahm Emanuel’in ABD’deki en güçlü İsrail lobisi AIPAC liderlerine, Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones’un İsrail yönetimine yönelik “Filistin sorununda ilerleme kaydedilemezse, İran sorununda da kaydedilemeyeceği” yönündeki uyarıları (Jarusalem Post, 11/05;The Independent, 12/05); Jones’ın TV kanalı ABC’ye “Tüm dünyada, biz önderlik edebilirsek Ortadoğu’da gelişme kaydedilebileceğine ilişkin bir beklenti oluştu” sözleri, bu bağlamda yorumlanabilir.

“Yeni bir durumla” karşı karşıya olduğumuza ilişkin iki gözlem daha yapmak olanaklı. Obama’nın yardımcısı Biden, AIPAC’ta yaptığı konuşmada, iki devletli çözüm temelinde barış projesini benimsediklerini vurguladı; yerleşimlerin durdurulmasını, var olanların sökülmesini istedi. Üstelik, Biden bunların sözde değil, “bana göster cinsinden” bir talep olduğunun altını çizdi. Biden’in konuşma yaptığı saatlerde, Obama yönetiminin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme politikasını yürüten RoseGottemoeller Birleşmiş Milletler’de konuşuyordu. Gottemoeller’in hiç beklenmedik bir biçimde, İsrail’in adını Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’yle birlikte anarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalamaya çağırması diplomasi çevrelerine bomba gibi düştü. ABD, İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğunu ilk kez resmen kabul ediyor, dahası denetime açılmasını talep ediyordu.

İsrail’de kaygı ve belirsizik

İsrail tarafında da algılar, Obama yönetiminde “oyunun kurallarının değişmeye başladığı” yönünde (Akiva Eldar, Haaretz, 11/05). Geçmişte ABD dış politikasının İsrail tarafından belirlendiğinden yakınan sözleriyle bilinen,Brzezinski, Gen. McPeak, Robert Malley, Susan Rice gibi isimlerin Obama yönetiminin ulusal güvenlik danışmanlarının başında gelmesi bu algıyı güçlendiriyor (Podhoretz, Wall Street Journal, 11/05)

Haaretz’ten, Yoel Marcus’a göre de “Amerika artık aynı Amerika değil” (12/05). İsrail’in en önemli“stratejik varlığı” ABD desteği olduğu için de, bu algı önce “yeni duruma” ilişkin bir belirsizliğe, James Jones’un, Avrupalı liderlere söylediği ve basına sızan“İsrail’e karşı daha güçlü davranacağız” (The Guardian, 12/05) sözleriyle birleşince de giderek kaygıya dönüşüyor. Hatta İsrail Çevre Bakanı Gilad Erdan’ın “Israil Obama’dan emir almaz” (Der Spiegel, 11/05) sözlerinde olduğu gibi fevri tepkiler de oluşabiliyor.

İsrail’in bu “yeni duruma”, hem dışarıda hem içeride olumsuz koşullarda yakalanmış olduğu söylenebilir. Dışarıda, İsrail’in uluslararası imajı, kurulduğundan bu yana hiç görülmeyen bir düzeyde aşınmış durumda. Lübnan ve Gazze savaşları İsrail’in askeri kapasitesine gölge düşürdü. Bu savaşlarda ortaya çıkan yıkım ve ölüm, özellikle çocuk ölümleri, İsrail’in Soykırımdan bu yana koruduğu imajı, özellikle Batı’da, ahlaki açılardan lekeledi. İkincisi, verdikleri kayıtsız şartsız destek İsrail açısından büyük öneme sahip Amerikalı Musevi toplumunun, Barış süreci karşısındaki tutumları açısından, bölündüğü, barış yanlısı, hatta“İsrail’deki Netanyahu hükümetine düşman” bir kesimin şekillendiği görülüyor (Isi Leiber,Jarusalem Post 11/05).

İçerdeyse, en önemli sorun, Netanyahu hükümetinin, “iki devletli çözümü” asla kabul etmeye niyetli olmayan, Avigdor Lieberman, Benny Begin, Reuven Rivlin gibi politikacılara mahkûm olması. Bu tipler, her ne kadar iki devletli çözüm sözcüğünü ağzına almasa da, esnekliğiyle bilinen Netanyahu’ya hemen hiçbir manevra alanı bırakmıyorlar.

Netanyahu’nun; bu koşullarda, Washington’da, ilk yüz günden sonra popülaritesi yüzde 68’e yükselmiş, son kamuoyu yoklamalarına göre Arap dünyasında bir ABD başkanı için görülmemiş bir güvenilirlik düzeyine ulaşmış (The Daily Star, 13/05) Obama’nın basıncına direnmesi, toplantıdan İsrail ABD ilişkilerini ya da kendi hükümetinin geleceğini tehlikeye atmadan çıkması çok zor.

Diğer taraftan, Ürdün kralı II. Abdullah’ın işaret ettiği gibi, tüm Arap ve Müslüman dünyasının gözü, Obama’nın üzerinde. Bugüne kadar oluşan güven bir anda yok olabilir. Kim bilir, belki de gerçekten Ortadoğu’da yeni bir dönem başlıyordur. Ama ortada aşılması gereken o kadar büyük sorunlar var ki... İyimser olmak gerçekten çok zor. (Çarşamba günü bu sorunlara değineceğim.)

No comments: