Monday, October 12, 2009

Tünelin Ucundaki Işık

Yıl başından bu yana piyasalarda “krizden” çıkış sürecinin başladığına, tünelin ucunda ışık belirdiğine ilişkin bir kanı güçleniyordu. Geçen hafta doların döviz piyasalarında yaşadığı “mini şok” ve ABD işsizlik verilerinde beklenmedik artış, bütçe açığının GSMH’nin yüzde 10’una ulaşması, tünelin ucunda belirenin, o ünlü deyişteki gibi “bir başka trenin ışıkları” olabileceğini düşündürdü.

Yüzde 9.8 ve artıyor

Anımsarsanız, 2007-2008 döneminden, depresyon tartışmaları yeniden başladığında, ileri sürülen ölçütlerden biri de işsizlik oranının iki haneli düzeylere yükselmesiydi. Geçen hafta açıklanan ABD işsizlik verileri, beklenenin çok üstünde çıkarak yüzde 9.8’e vurunca, bu konu yeniden gündeme geldi. Fed Başkanı Bernanken’nin “Ekonomik toparlanma sürecek, ama 2010 yılında işsizlik oranı yüzde 10’a yakınlaşabilir” sözleri oldukça anlamlıydı. Anımsarsanız bu adam, ABD ev piyasasında “kriz” başlayınca, önce, “önemli değil yerel bir sorun” demiş, sonra, yayılmayacak, resesyon yumuşak olacak filan diye devam etmişti. Sonunda hem yayıldı, hem de dünya ekonomisi 1930’lardan bu yana en şiddetli daralmayı yaşamaya başladı. Bu kez de işsizlik yüzde 10’a yaklaşır diyorsa, gerçekte acaba ne düzeyde diye düşünmek gerekiyor.

The Asia Times yazarlarından, “tutucu” ama “bilge” ‘Spengler’in geçen hafta sunduğu veriler (06/10/09), ABD’de işsizlik, oranının, gerçekte çoktan yüzde 20’ye ulaşmış olabileceğini gösteriyordu. “Yok daha neler!” demeden önce şu verilere gelin birlikte bakalım. ABD’de eylülde işini kaybedenlerin sayısının 175 binde kalması bekleniyordu, ama sayı 263 bin oldu. Böylece resmi işsizler toplam 15.1 milyon kişiye ulaşıyordu. “Spengler” buna, isteği dışında, yarım gün veya daha az çalışmaya zorlanan 9.2 milyon kişiyi, geçen ay iş aramaktan vazgeçen 2.2 milyon kişiyi, iş bulmaktan umudunu kaybettiği için piyasadan çekilen üç milyon uzun dönemli işsizi ekliyor (2.5 milyona ulaşan tutuklu nüfusunu nedense hesaba katmıyor); böylece gerçek işsizlik oranının yüzde 20’ye ulaştığına dikkat çekiyor.

Spengler’in aktardığı ve toplumsal istikrar açısından risk oluşturacak işsiz nüfusun ABD’de ne kadar tehlikeli bir düzeye ulaştığını gösteren bu verilerin, ekonomistleri, Obama yönetimini kaygılandırmaya başladığı kesin. Gerek korumacılık eğilimlerinin güçlenmesinin, gerekse üçüncü bir teşvik paketinden söz edilemeye başlanmasının arkasında da işte bu kaygılar yatıyor. Bu yüzden geçen haftanın ikinci yarısına, dolarda yaşanan mini “şok”tan daha çok, ekonomik büyüme, işsizlik tartışmaları damgasını vurdu. Bu tartışmaların içinde, Prof. Stiglitz, ekonominin daha da kötüleşeceğini savunuyordu. Morgan Stanley’den ekonomist Richard Berner, IV. üç aylık dönemin çok sallantılı geçeceğini, bu yüzden “iki dipli” resesyon kaygılarının canlandığına işaret ediyordu. The Economist’in, “Hava boşluğu mu yoksa ikinci dalış mı?” başlıklı yazısı da özellikle işsizlik verileri, sanayi üretimindeki artış eğiliminin yumuşaması üzerinde duruyordu (08/10/09). Financial Times’ın aktardığına göre HSCB CEO’su Geoghagen, “resesyonun iki dipli olacağına o kadar eminmiş ki, bankanın kredi hacmini arttırma planlarını bir süre için askıya almaya karar vermiş” (10/10/09). Prof. Krugman da, “çıktı açığının” (potansiyel üretimle, gerçek üretim arasındaki fark, atıl kapasite) halen 2 trilyonla 3 trilyon dolar arasında olduğuna işaret ediyor, ekonominin toparlanması işsizliğin azalmaya başlaması için yeni bir teşvik paketinin gerekli olduğunu söylüyordu. (Market Watch, 09/10/09)

Yeni paket lazım ama…

Yıllardır ABD kredi sistemi dünya ekonomisini dolar likiditesiyle doldurdu, bu finansal hareketler, aynı hızla ABD ekonomisine geri dönerek ABD borsasını, tüketicisinin alım gücünü, ithalatı besledi, uluslararası dengesizlikler denen durumu, kredi köpüğünü yarattı. Dolar “rezerv para” olduğundan, değer kaybetmeye devam etse bile, bu süreç uzun süre devam etti, hatta kredi köpüğünün patlamasıyla başlayan mali şok içinde yatırımcılar, açık kapamak, sığınmak için dolara yönelince, dolarda bir değerlenme bile yaşandı.

Ancak 2008 başındaki 132 milyar dolarlık, bu yıl başındaki 787 milyar dolarlık teşvik paketleri, 2008 sonunda devreye giren 700 milyar dolarlık banka kurtarma paketi, bu arada GSMH’nin yüzde 10’una ulaşan bütçe açığı, piyasalarda doların geleceğine ilişkin kaygıları güçlendirdi. Rezervlerini dolarda tutan BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri, petrol ihracatçıları, dolara alternatif yeni bir rezerv paranın gerekli olduğundan söz etmeye başladılar. Böylece, “mali şok”, resesyon, giderek doların uluslararası statüsünü tehdit etmeye başlıyordu. Soros’la birlikte Quantum Fonu’nun kurucusu Jim Rogers’a göre dolarda “yapay bir yükseliş yaşanmıştı. Şimdi bir döviz krizinin zamanıydı”. Rogers, “Ya bu sonbahar da ya da 2010 sonbaharında bir döviz krizi yaşayacağız” diyordu (Bloomberg 11/05/09); “ABD Hazine kâğıtlarında da yakında patlaması kaçınılmaz bir köpük oluşmuştu”. (Reuters, 10/10/09)

Bu koşullarda dolar, marttan bu yana yüzde 14 değer kaybedecek, geçen hafta da Robert Fisk’in The Independent’da aktardığı bir dedikodu ile sarsılarak perşembe günü 14 ayın en düşük düzeyine inecekti. Aynı gün altının onsu 1.056 doların üzerine çıkacak, şubat ayında 35 dolar olan petrolün varil fiyatı 75 dolara kadar yükselecekti. Metallerin, minerallerin fiyatlarında da benzer bir gelişme izleniyordu.

Fisk, Körfez ülkelerinin, Çin ve Rusya ile, petrol ihracatında doları kullanmaya son vermeye yönelik gizli bir toplantı yaptıklarını ileri sürüyordu. İlgili ülkeler, hemen bu haberi yalanladılar. Cuma günü Bernanke, gerektiğinde faizleri arttıracağız dedi; piyasaları sakinleştiler. Ancak cumartesi günü medya Fed yönetiminin faiz arttırımının zamanlaması konusunda, ikiye bölündüğünü aktarıyordu.

Doları korumak için yapılacak bir operasyon (örneğin faiz artışı), ekonominin krizini derinleştirecek, işsizliği arttıracak. Doların düşmeye devam etmesi, ABD ihracatını desteklemeye, kimi sektörlerde istihdamı korumaya devam edecek, ama dolardaki değer kaybının bir çöküşe dönüşmesi riskini arttıracak. Diğer taraftan dolardaki zayıflama, yüksek işsizlik ortamında, ABD işçi sınıfının tüketim düzeyini doğrudan etkileyen ithal mallarının fiyatlarının, dolayısıyla yoksullaşmanın artmaya devam etmesi anlamına geliyor.

Bu koşullarda yeni bir teşvik paketi, bütçe açığını, dolar likiditesini arttıracak, doları daha da kırılganlaştıracak, rekabetçi devalüasyonları gündeme getirecek, korumacılık eğilimlerini güçlendirecek, uluslararası “düzeni” daha da bozacak. ABD yönetimi doları korumayı seçerse, içerde depresyon olasılığı, siyasi risk (sonunda dolara olan güvensizlik) artacak. ABD’de ekonomi politikasındaki bu açmaz, “kriz”den çıkışın aslında ne kadar uzak olduğunun bir başka göstergesi değil mi?

No comments: