Thursday, February 18, 2010

‘Avrupa Birliği’ & ‘Şok Doktrini’

Jeton bazen geç düşüyor. Pazartesi yazımın içindeki bir olasılığın, pazar akşamı ayırdına vardım. Birden aklıma Naomi Klein’in The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism (Şok doktrini: Felaket kapitalizminin yükselişi) yapıtı geldi. O anda da jeton düştü. Hemen tüm yorumcular Yunanistan krizinin AB’yi yıkabileceğini düşünüyor. Ancak krizlerin “yapıcı”, tıkanıklıkları açıcı özellikleri de olabiliyor. Ya bu kriz AB sürecini ilerletmek için bir fırsat yaratıyorsa!

Şok doktrini

Pinochet darbesi (İlk neoliberalizm deneyimi), 12 Eylül Darbesi (Türkiye’de Özal reformları, dışa açılma), Yeltsin’in parlamento saldırısı (korsan özelleştirmeler); 11 Eylül, İkiz Kuleler (Afganistan, Irak), tsunami ve katerina kasırgası (kıyı şeridinin alt sınıflardan “temizlenerek” büyük sermayeye açılması)... Klein’in savı çok açık (ve iyi belgelenmiş): Bu tür olaylar halkın bilincinde bir şok yaratıyor. Egemen güçler o güne kadar halka kabul ettiremedikleri ekonomik siyasi programları, bu şokun ardından hayata geçirebiliyorlar.

AB süreci, (Avrupa çapında, ulus devletleri aşan homojen bir ekonomik, idari mekân yaratma projesi) 1990’lardan bu yana hep tabandan gelen direnişlerle aksıyor, her aşamada sendikaların, köylülerin, küçük, orta kapitalizmin muhalefetine çarpıyordu. Bu muhalefeti aşmak için gerekli merkezi siyasi irade, Avrupa çapında uygun bir kültürel iklim, böyle bir iradeyi tescil edecek “hegemonya” ilişkilerinin kurulamamasından dolayı şekillenemiyordu. Anayasa girişimi, bu engeli, neoliberalizmi yasalaştırarak aşabilirdi; ancak neoliberal projeyi tartışmaya açtı, bu nedenle oylanarak reddedildi. Bu tıkanıklık Lizbon Anlaşması’yla aşılacaktı, eğer İrlanda seçmeni, 12 Haziran 2008 referandumunda anlaşmaya hayır demeseydi...

Şimdi “şok doktrinine” geri dönebiliriz. Referandumda hayır çıktıktan sonra İrlanda’da kriz hızla derinleşti, ekonomi dağılma noktasına geldi. AB yardımı, desteği kaçınılmaz oldu. Ekim 2009’da Lizbon Anlaşması yeniden referanduma sunuldu, bu sefer onaylandı. Kasım ayında İrlanda hükümeti, emekçilerin toplumsal haklarına, ücretlerine yönelik büyük bir kemer sıkma, krize uyum politikası uygulamaya koydu. Kısacası, mali krizin getirdiği “şok” İrlanda’yı terbiye etmiş, AB’nin, Brüksel’in iradesini kabul etmesini kolaylaştırmıştı.

İrlanda küçük bir ülke ama deney öğretici. Eğer mali kriz içinde çökme noktasına gelen AB ülkeleri, birlikten çıkmayı göze alamaz, yardım karşılığında, Brüksel’in, Avrupa Merkez Bankası’nın iradesini, kendilerinden istenenleri yerine getirmeyi kabul ederlerse, AB’yi bir ileri siyasi, ekonomik düzeye taşımak söz konusu olabilir. Bu süreç pratikte, elinde kaynak olan ülkelerin öncelikle Almanya’nın diğer ülkelerin ekonomik yönetimleri üzerinde söz sahibi olmaya başlaması anlamına gelecek, böylece hegemonya sorunu fiilen aşılma sürecine girebilecek.

Sınıfın bir parçası öbürüne karşı

III. Enternasyonal’den günümüze kadar gelebilen sosyalistlerden Tony Cliff (1917-2000), “esas mücadele işçi sınıfının bir kesimiyle öbürü arasında geçer... Eğer eyleme (direniş, grev vb...) çıkmak isteyen kesim geri kalanını ikna ederse, dönüp hep birlikte tükürseler karşı tarafı boğarlar” derdi. Bunun tam karşıtındaysa işçi sınıfının bir kesiminin öbür kesimine karşı kullanılması durumu var.

Şimdi Yunan işçi sınıfı ekonomik, siyasi kazanımlarının, bu kriz kullanılarak tasfiye edilmesine direniyorlar. Yunanistan Başbakanı Papandreu (PASOK), ayakta kalabilmek için AB merkezinden mali yardım bekliyor. Ancak AB merkezinde, Almanya’da medya, “Yunanistan işçisi emeklilik yaşını 61’den 65’e çıkartmak istemiyor diye, Alman işçisi 68 yaşına kadar çalışmayı kabul etmeyecektir... Yunan işçilerinin konforlu emekliliğini biz mi finanse edeceğiz” havasında. Alman hükümeti, dönüp Yunanistan’a “yardım etmek istiyoruz ama... muhalefet güçlü... Hem size yardım etsek ya öbürleri vb...” diyor. Kriz derinleşiyor, Yunanistan hükümeti, halkı krizin yükü altında eziliyor. Mali sermaye İngiliz basını yoluyla, Yunanistan’ı birlikten çıkarın mesajı veriyor (The Times, 16/02). Alman hükümeti, kendi emekçi sınıfının direncini kullanarak, yardım edebilmek için, Yunan ekonomisi üzerinde doğrudan denetim istiyor. Yunan orta sınıfı bu talebi kabul edebilir. Yunan işçi sınıfı yalnızlaşabilir.

Eğer “Yunanistan operasyonu” başarılı olursa, model, diğer “kriz kurbanı” ülkelere de dayatılabilir. İspanya’da yönetim, “İngiliz Amerikan medyası, finansal spekülatörler bizi batırmaya çalışıyorlar” diyormuş. Batırabilirlerse, oluşacak şokta İspanya da yeniden yapılandırılabilir. Böylece AB’de ekonomi yönetimi, ulusal iradeleri aşan bir düzeyde merkezileşmeye başlayabilir.

No comments: