Monday, March 15, 2010

Avro - Dolar ‘Savaşları’

Yunanistan mali krizi Avro’nun geleceğini tehlikeye attı.” Sorunu böyle koyunca, ister istemez, Yunanistan’ın mali dengeleri, Avro’nun zaafları öne çıkıyor. Ancak, bir boyutu daha var bu sorunun. O da yarım asırdan daha uzun bir süredir uluslararası rezerv para işlevi gören ABD Doları’nın, dolayısıyla hegemonyasının geleceğiyle ilgili.

Geçen yıl bu zamanlar

Geçen yıl bu zamanlar, mali piyasalara ilişkin tartışmaların odağında doların geleceğine ilişkin kaygılar vardı. ABD dünya toplam nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyor. Dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 20’sini üretirken toplam savunma harcamalarının yüzde 50’sini gerçekleştiren ABD’nin parası dolar, küresel döviz rezervlerinin yüzde 65’ini oluşturuyor. Buna karşılık ABD’nin dış ticaret ve bütçe açıkları kritik düzeylere ulaşmıştı, dış borçları, en güçlü jeopolitik rakiplerinin elinde yoğunlaşıyordu. ABD, bu borçlarla, savunma harcamalarını, toplumsal refahını ve küresel siyasi gücünü finanse ediyordu.

Doların değer kaybetmesi halinde, bu borçları elinde tutanların büyük kayıplar yaşama riski artıyordu. Diğer taraftan, bu borçları elinde tutanların en önemlileri ile ABD arasındaki siyasi ekonomik gerginlikler artma eğilimi kazanıyordu.

Geçen eylül ayında yayımlandığında büyük ilgi çeken bir analiz [Antonio Mosconi, “The world supremacy of dolar and the rendering” (1917-2008) http://www.centroeinstein.it/novita/17-the-world-supremacy-of-the-dollar-at-the-rendering-1917-2008], doların tarihini iki döneme ayırıyor, bu krizin öncekilerden farklı olduğunu, “doların uluslararası konumunun son spazmı” olduğunu savunuyordu. Mosconi’nin başarıyla sergilediği gibi, dolar 1917-1968 arasında, önce sterline rakip olarak yükselmiş, onu devirdikten sonra en çok kredi veren (en güçlü) ülkenin parası olmuştu. İkinci dönemde ise dolar artık “borç imparatorluğu”nun (Bonner ve Addison Wiggin, 2005) parasıydı.

Mosconi, “Her gün eski borçları servis etmek, yenilerini oluşturmakla meşgul olan ABD yönetiminin uluslararası mali piyasaların denetlenmesini istemesini, tehlikeli spekülatif araçların sınırlanmasını kabul etmesini, neredeyse sonsuza doğru genişleyen kaldıraç oranlarına bir üst sınır koymasını beklemek boş bir hayaldir... ABD yönetimlerinin, piyasa köktenciliği özelleştirme/mülksüzleştirme, serbestleştirme gibi ıvır zıvırın altında esas gizlemeye çalıştıkları, asla ödemeye niyetli olmadıkları bir borç yükünü inşa etmekte olmalarıydı” diyordu.

Mosconi’ye göre, eğer uluslararası sistem bir an önce radikal bir reformdan geçirilmezse, korumacılığa, savaş ortamına düşülebilirdi.

Geçen yıl bu zamanlarda, bu reformlara yönelik, taleplerin, çabaların da artmaya başladığı görülüyordu. Örneğin, Çin’in ve Asya ülkelerinin petrol ihraç eden ülkelerin, uluslararası rezervlerini çeşitlendirmeye başladıklarına ilişkin haberler artmaya başlamıştı. Diğer bir deyişle, dolardan uzaklaşma eğilimi güçleniyordu. Doların uluslararası rezerv para olarak kalmasının en önemli dayanaklarından biri, belki de en önemlisi enerji mallarının ticaretinin dolar üzerinden yapılmasıydı. Bu koşullarda OPEC ülkelerinin, petrol fiyatını, dolardan koparıp bir uluslararası döviz sepetine geçirme talepleri (ki bu fiilen başlamış bir olaydı) giderek güçleniyordu. Çin açıktan açığa dolardan, “Özel Çekim Hakları” (Special Drawing Rigts) gibi birimlere geçmeyi öneriyordu. Asya Para Fonu’nun kurulmasına ilişkin çalışmalar yoğunlaşıyordu.

‘Bunların niyeti zaten kötüydü’

Avrupa Birliği’nin ekonomisi, ABD’ninki kadar büyük. Bu yüzden Avro başından itibaren, doların yerini almaya en güçlü aday olarak görüldü. 2008’de kriz başladığında, uluslararası varlıkların içinde doların payı yüzde 40 iken Avro’nun payı yüzde 30’a ulaşmıştı. Uluslararası döviz işlemlerinde Avro’nun payı yüzde 20’ye ulaşırken dolarınki yüzde 44’e gerilemişti. Bu krizin içinde Avro öne geçebilirdi. O zaman ABD’nin dolar hegemonyası da sona erme sürecine girebilecekti. Buna karşılık Avro’nun aday olmaktan çıkması, doların rezerv para olarak kalma süresini uzatabilirdi.

Yunanistan krizi başladığında, dikkatler hemen ABD sermayesinin, Anglosakson medyasının üzerinde yoğunlaştı. AB liderliği, “ateşe benzin döküldüğünden”, spekülatif saldırılardan yakınmaya başladı. Spiegel’ın özetlediği gibi Berlin başta olmak üzere AB liderliği, John Paulson, John Taylor, Jonathan Clark gibi büyük ABD spekülatörlerinin etkinliklerini, “istikrar bozucu manevralar, Avro’ya başından beri karşı olan Londra ve New York finans kurumlarının kasıtlı operasyonları” olarak görüyordu. Bu liderler “belli ki Avro’nun düşmanları, öldürücü darbeyi vurmak için zamanın geldiğine inanıyorlar” diye düşünüyorlardı (Der Spiegel 09/03/2010).

Böylece AB, Berlin ve Paris’in önderliğinde hızla tedbir almaya, hatta misilleme yapmaya başladı. Geçen hafta, Berlin ve Paris, “heç fonların”, spekülatif enstrümanların, özellikle kredi sigortalarının (CDS) denetlenmesi gerektiğini, bu talebin G20 toplantısı kararlarıyla uyum halinde olduğunu ileri sürdü, bu niyetlerini ABD yönetimine bildirdi. İngiltere hükümetini de yanına alan ABD yönetimi adına cevap veren Maliye Bakanı Tim Geithner’in, “böyle bir girişimin korumacılık anlamına geleceğini” ileri süren tepkisiyse oldukça sert (Financial Times 11/03/10) oldu. Cumartesi günü Washington Post, bu çatışmayı “ABD küresel düzenleme istiyor, Avrupa, ABD kaynaklı heç fonları yasaklamak istiyor” anlamına gelecek biçimde sunuyordu.

Geçen hafta, Yunanistan Başbakanı Papandreu, Brooking Institute’de, “spakülatörler demokrasiye karşı” başlıklı bir konuşma yapıyor, AB IMF’nin devreye girmesine karşı çıkıyor, Avrupa Para Fonu önerisi gündeme geliyordu. Avro’nun korunma refleksi bunlarla da kalmıyordu. Alman Maliye Bakanı’nın ağzından Moody’s, Standard and Poors gibi reyting kuruluşlarını hedef alıyordu. Bunlar hem kriz gelirken gözlerini kapamışlardı. Hem de sonra Güney Avrupa’ya gelip, ülke reytingini indirerek krizi derinleştirmeye başlamışlardı. Avrupa Merkez Bankası’na da ülke ekonomilerine ilişkin olarak, reyting yapma yetkisi verilerek ABD reyting kuruluşlarının tekelinin kırılmasından söz ediliyordu.

Bu karşılıklı gerginlik başka alanlara da sıçrıyor, Alman basını AB’nin dış ilişkiler temsilcisi Layde Ashton’u ilgili görevlere hep kendi ülkesinden uzmanları getirmekle suçluyordu. İngiltere medyası Ashton’u savunmak için kolları sıvamıştı. Şubat ayında da AB Parlamentosu, ABD yönetiminde şok yaratan bir kararla, ABD güvenlik soruşturma kurumlarının SWIFT üzerinden AB bankalarının hesaplarına girmesine izin verecek olan yasa önerisini reddetmişti.

Geçen hafta Avrupa havacılık şirketi EADS, ABD ordusunun 35 milyar dolarlık 179 havada ikmal tankeri ihalesinden çekildi. Fransız ve Alman yönetimleri ABD yönetimini Boeing lehine korumacılık uygulamakla suçladılar. İktidar ve muhalefet partilerinin liderlikleri, olayı “skandal” olarak nitelerken ABD’yi ikiyüzlülükle suçladılar. Fransız Dışişleri de ABD yönetimine, “bunun etkilerini gözden geçireceklerini” bildiren sert bir mektup gönderdi. Dünya ekonomisinin fay hatları üzerindeki basınçlar bu kez dolar-Avro rekabeti üzerinden artmaya devam ediyor…

No comments: