Monday, March 01, 2010

Avrupa Birliği’nde ‘Kriz’ ve ‘Komplo’ (I)

Avrupa Birliği’nde Yunanistan üzerinden yaşanan mali kriz, yine Yunanistan üzerinden AB’nin yeniden şekillenme sürecini, komplo teorilerine, trajikomik olaylara da yol açarak hızlandırmaya başladı.

Goldman Sachs, Nazi altınları, ıslak paçavralar

Geçen hafta Alman ve Yunan basını birbirine girdi. Almanya’nın yardıma gelmemesinden, daha doğrusu yardıma gelmek için dayatmaya başladığı koşullardan iyice bunalan Yunan Başbakan Yardımcısı Pangalos aniden arızaya geçerek, Nazi işgaline göndermeyle “Altınlarımızı alıp gittiniz, geri vermediniz, teşekkür bile etmediniz” deyiverdi. Alman Şansölyesi Merkel’in bu gecikmiş teşekkürü sunmakta isteksiz davranması, böyle ifadelerin kimseye yardımcı olmayacağını söylemesi anlaşılır bir şeydi. Ama, bir elinin orta parmağını havaya kaldırmış bir Afrodit heykeli resmi “Avrupa ailesindeki dolandırıcılar” başlıklı kapakla çıkan Focus dergisi, altınları “nah alırsınız” mı diyordu yoksa, “biz size nah yardım ederiz” mi diyordu, bek belli olmadı.

İngiltere’deki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin eski başkanı AB parlamentosu üyesi Nigel Farage de arızaya geçenlerdendi. Partisinin, isminden de anlaşılacağı gibi, olağan zamanında bile arızada çalışan biri olmasına karşın, Van Rompuy’u “ıslak paçavraya” benzetmesi, Belçika’nın bir ülke olmadığını iddia etmesi doğal olarak Belçika medyasını da arızaya geçirdi. Benim ilgimiyse, daha çok, Belçika’nın ve Van Rompuy’un karakterine ilişkin olanlar değil, “Siz ulus devletlere düşmansınız… Yunanistan’ı protektoraya çevirdiniz” sözleriydi.

Çükü, bence, esas olarak Almanları hedef alan bu sözler, ABD-İngiltere ekseninde, sanırım bir hesabın yanlış çıkmasına paralel büyümeye başlayan bir huzursuzluğu da yansıtıyordu.

Anlaşılan Goldman Sachs, bir önceki hükümet döneminde bankerliğini yaptığı Yunanistan’ın borçlarını gizleyerek, yeni borçlar olmaya devam etmesine yardımcı olmuş. Bu sayede, Yunanistan’ın borçları geçen yıl nisan ayında GSMH’nin yüzde 3.7’si gibi, bir düzeyde neredeyse İstikrar Paktı sınırında görünüyormuş. Papadopulos hükümeti maliyeyi devralınca, borç oranının aslında yüzde 12.7 olduğu ortaya çıkmış. Goldman Sachs ne yaptı bilmiyorum (bu aslında hukuki bir konu olacak gibi görünüyor) ama piyasalar şok geçirmiş, kredi muslukları tıkanmış. Böylece Yunanistan bu yıl nisan, mayıs aylarında 25 milyar Avro olmak üzere toplam 50 milyar Avro bulamazsa borçlarını ödeyemeyecek noktaya gelmiş.

Eğer komplo teorilerine inanıyorsanız, ABD Hazine Bakanlığı’nın sahibi mi, Fed’in ortağı mı desem, ama her kesinlikle devletle iç içe, “Goldman Sachs, Yunanistan krizinin derinleşmesine yardım ederken, bu ülke batınca AB projesini de peşinden sürükleyeceğini hesaplamış olabilir” diye düşünebilirsiniz. Bana gelince, ben komplo filan bilmem, ama kriz başladığından bu yana Wall Street Journal, Financial Times gibi ABD (Anglo-Sakson) mali sermayesinin sözcülerinin yorumlarına, Soros’un felaket senaryolarına bakarak, eğer Avro çökerse birileri finansal, birileri de siyasi alanda büyük kazanç elde edecek diye düşünmeden edemiyorum.

Hesap hatası mı? Bumerang mı?

Hesap hatası, eğer varsa, bence şu noktada oluştu: Yunanistan’ın Avro’yu terk ederek, 20. yüzyılın en istikrarsız paralarından drahmaya geri dönmesi söz konusu olamaz. Yunan burjuvazisi bu koşullarda net varlıklarının değerinin tuvaletin deliğinde gideceğini çok iyi bilir; böyle bir sarsıntı sırasında emekçi sınıfların yükselen kızgınlığının önünde duramayacağını da… Eğer askeri rejimler gündeme gelmezse… Bu nedenle Yunanistan’ı yönetenler eninde sonunda kendilerine dayatılanları kabul etmek durumundadırlar diye düşünüyorum.

Bumerang’a gelince, Yunanistan krizi Avro’yu sarstı ama, Almanya’ya ve merkez ülkelerine AB’yi yeniden şekillendirmekte kullanabilecekleri etkili bir kaldıraç sundu. Diğer bir deyişle, mali kaynak gereksinimi 200 milyar Avro, ekonomisi, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda’nın toplamının iki katı olan İspanya’dan başlasaydı kriz, görüntü başka türlü olabilirdi. Ama, AB ekonomisinin en fazla yüzde 3’ünü oluşturan Yunanistan “laboratuvar faresi” olarak kullanılabilecek, bu arada diğer AB üyelerine ölümü göstererek sıtmayı kabul ettirmeye yarayabilecek bir örnek oluşturuyor.

Nitekim haftanın ikinci yarısından itibaren Yunanistan’ın kurtarılacağına, bu arada AB’nin yeniden şekillenme, sürecinin ne yönde ilerletilmeye çalışılacağına ilişkin belirtiler de ortaya çıkmaya başladı. AB süreci merkezi kurumların, üye ülkelerin üzerinde mali ekonomik denetimleri ve gözetim yetkilerini arttıracak, Almanya’nın etkisini, pardon, liderliğini güçlendirecek yönde ilerleyecek gibi görünüyor. Nigel Farage’in, Almanya-Fransa tarafından, Tony Blair’i ekarte ederek, bu süreçte uygun bir araç olmak üzere, özellikle seçtikleri Van Rompuy’a bu şiddette saldırmasının nedeni de bu…

Gerçekten de bu kriz bittiğinde İngiltere iyice marjinalleşmiş, AB periferisi Almanya ve Fransa etkisindeki Brüksel’in protektorasına dönüşmüş olabilir.

Normalleşme sürecinde Almanya…

Yunanistan Avro’dan çıkamaz ama Almanya da AB sürecinin çökmesini göze alamaz. Geçen hafta birçok yorumcunun hatırlattığı gibi, bu süreçten en çok yararlanan ülke Almanya oldu. Siyasi açıdan Almanya “normalleşme” sürecini Avrupa Birliği içinde yaşadı. Almanya Nazi, “Yahudi soykırımı” mirasını, Schuldstolz (suçunu kabul edip cezasını çekmekten kaynaklanan gurur) kavramıyla ifade edilen bir psikolojiyle geride bıraktı. Helmut Kohl’ün hedeflediği gibi “Almanya’nın ve müttefiklerinin çıkarlarını savunmak için, askeri güç de olmak üzere tüm meşru siyasi araçları kullanabilen normal bir ülke” haline geldi. Yeniden, AB’nin en zengin, en büyük nüfuslu ve etkili ülkesi oldu. Bu bağlamda, Amerikan sağının ilginç dergilerinden The American Interest’in Kasım-Aralık 2009 sayısında, “Almanya Normal mi?” başlığı altında yayımlanan makaleleri özellikle öneririm.

Almanya’nın bu “normalleşme” sürecine, Ortak Pazar’ın, ortak para biriminin, AB sürecinde yasal homojenleşmenin etkilerinden büyük ölçüde yararlandığını kolaylıkla söyleyebiliriz.

Avro’ya, Mark’a göre daha düşük bir düzeyden giren Almanya, hemen AB içinde, dünyada rekabet gücünü arttırdı. Avro sayesinde mali piyasaları büyüdü, derinleşti. İstikrarlı dövize sahip olmak, kendi döviziyle ticaret yapmak ticaret maliyetlerini ve kur belirsizliklerini azalttı. Bu iki gelişmenin sonuçlarına ilişkin verilere geçen hafta sık sık rastladık. Almanya’nın Yunanistan ve İspanya ile ticaret dengesi, sırasıyla 4.7 ve 12 milyar Avro fazla vermiş, İtalya’ya ihracatıysa 50 milyar Avro düzeyinde. Diğer taraftan Alman bankalarının, şimdi mali sıkıntıda olan ülkelerden alacaklı olan kurumların başında geliyorlar olması Almanya’nın bu ülkeleri ihracat pazarı olarak değerlendirirken, bu ihracatın finansmanı sürecinde Alman mali sermayesine büyük olanaklar sunduğunu (Goldman Sachs’ın da aslında kimleri hedef aldığını) gösteriyor.

No comments: