Tuesday, April 13, 2010

‘Obamania’: II. Perde

“Obamania” oyununun I. perdesi kısa sürmüş, izleyenlerde düş kırıklığı yaratmıştı. Uzun bir aradan sonra II. perde geçen hafta açıldı.

Birinci perdede Obama, ABD’nin uluslararası saygınlığını, imparatorluk refleksine karşı Cumhuriyeti restore eden, dünyaya barış getirecek büyük devlet adamı rolündeydi. II. perdede, Obama sahneye, sağlık reformunu yasalaştıran, Rusya ile nükleer silahları sınırlandırma anlaşması imzalayan, ABD’nin nükleer silahlara yönelik politikasını yeniden belirleyen, “gündemine hâkim”, vizyon sahibi bir lider (Philip Stevens, Financial Times,07/04; Patrick Seale, Dar Al Hayat, 09/04) olarak çıkıyor.

“Obamania” oyununun izleğine karşın, dışarıdaki gerçek yaşam bize, Irak’tan Kırgızistan’a “gündemin” hızla dağılmakta olduğunu söylüyor.

Kriz! Her yerde kriz!

Council on Foreign Relations’dan McGurk’a göre Irak “en yüksek risk penceresinden geçmeye çabalıyor”. Geçen haftanın başına kadar yaklaşık 90 günlük aralıkla tekrarlanan şiddet olayları aniden “nitelik değiştirerek bir sıçrama yapmış”. ABD Irak’tan çekilme takvimini yeniden gözden geçirmeliymiş(07/04). Al Ahram Weekly, gelişmeleri“Irak’ta geçen hafta patlayan bombalar yüzlerce insanı öldürdü, yüzlercesini yaraladı”başlığıyla verdi (08/04).

Bu sırada Los Angeles Times’ın aktardığına göre seçimlerden beklenmedik bir biçimde, kıl payı önde çıkan Hamza Allavi, eğer hükümeti kurmasına izin verilmezse, Irak’ta kaos çıkacağını ileri sürüyor. Seçimleri rahatlıkla kazanmayı beklerken Allavi’nin gerisinde kalan Başbakan Maliki’nin taraftarlarıysa seçim sonuçlarını tanımamakta ısrar ediyorlar.

Şiddet olayları tırmanırken Irak’ta yeni hükümetin kurulmasının aylar alacağı anlaşılıyor. Bu arada kimi yorumcular İran’ın gittikçe artan etkisinin Irak’ta kutuplaşmayı arttırdığına dikkat çekiyor (Arun & Mohammed, The Asia Times, 09/04), yeni bir etnik çatışmalar döneminin başlamasından korkuyorlar (New York Times, 06/04).

“Iran’ın Afganistan ve Pakistan bölgesinde gittikçe yoğunlaşan etkisini arttırma çabaları uluslararası ilişkiler uzmanları arasında kaygıyla izlenirken (Atula Aneja, The Hindu, 06/04), Karzai’nin Der Spiegel’in deyimiyle“kendisini besleyen eli ısırmaya kalkması”,ABD dış politikasının bir başka krizine işaret ediyor. Spiegel’in, bir köpeğe benzettiği Karzai, ABD’yi, NATO’yu seçimlerde hile yapmakla suçladıktan sonra, ülkedeki varlıklarının giderek açık işgale dönüşmeye başladığını vurgulamış, özellikle Holbrook’u suçlamış, böyle devam ederse kendisinin de“bir ulusal direniş kampanyasıyla”Taliban’a katılabileceğini açıklayıvermiş.

ABD’li yorumcular dehşete düştüler. Galbreight de, Karzai’nin uyuşturucu madde kullandığını ima etti. Karzai’nin Obama’yla yapması gereken toplantı iptal edilebilirdi. Ama, cumartesi günü medya, Obama’nın Karzai’den kritik ortak” diye söz ettiğini, buluşmanın ertelenmediğini bildiriyordu

‘ABD’nin gücü geriliyor’

Prof. Fouad Ajami Wall Street Journal’daki yorumunda Karzai’nin tutumunun Obama yönetiminin bölgedeki saygınlığının ne kadar gerilemiş olduğunu gösterdiğini savundu. Ajami’ye göre bütün sorun, İslam dünyasında ABD’nin bölgeden çıkmaya hazırlandığına ilişkin bir algının güçlenmeye başlamasından” kaynaklanıyor. Bu yüzden“Hamas’tan Hizbullah’a kadar, Kâbil’deki liderler de dahil herkes kendisine bir İran sigortası edinmeye” yönelmiş. “Lübnan’a bakın” diyordu Ajami, “Bir zamanlar ABD’nin destekçisi liderler, şimdi birer birer Şam’a hacca gidiyorlar”.

İran’ın, ABD’nin tüm çabalarına karşın gittikçe daha cesaretle konuşmasını da bu gerilemenin bir başka belirtisi olarak görebiliriz. Cuma günü Ahmedinejat, İran’ın üçüncü kuşak santrifüj üretme teknolojisine tümüyle hâkim olduğunu açıklarken (CNN 09/04) Al Hayat’ta Ragidha Dergham,Nükleer bir İran’la birlikte var olmak bir seçenek mi” diye soruyordu. New York’tan yazan Dergham, entelektüel forumlarda, medyada, İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına alışmak ve adapte olmak gerektiğine ilişkin gittikçe artan yorumlar, yönetimin politikasını yansıtmasa bile, bu seçeneğin insanların zihinlerinde gelişmekte olduğuna işaret ediyordu. Diğer bir deyişle Dergham, bu duruma dünyayı alıştırma sürecinin başladığını ima diyordu. Bu yeni durumun bir sonucu olarak Ortadoğu’nun başkentlerinde kapalı kapılar ardında yeni ittifaklar, yeni güvenlik paradigmaları konuşulmaya başlanmış.

Dergham’a göre eğer “İran nükleer silahlara kavuşursa bundan en büyük zararı Arap halkları görecek”. Çünkü bölgede “Bir silahlanma yarışı başlayacak, halkın gereksinimi eğitim, sağlık, iş olanakları gibi konulara ayrılması gereken fonlar bu yarışa akıtılacak”. Her kıtadan, her türlü hükümetten beslenen nükleer silah tüccarları, askeri-sınai yapılar en büyük kazancı elde edecek. Bu kesimler “Petrol gelirlerini paylaşacak, halkı tümüyle geriliğe mahkûm ederek pasifize edecekler” (Dar Al Hayat 09/04).

‘Yok valla devrim değil’

Topraklarında hem ABD hem Rusya üssübulunan tek ülke Kırgızistan’da da bir şey oldu. “Lale devrimiyle” iktidara gelenBakiyev, kanlı bir toplumsal “kargaşayla”devrildi. Yönetim, Rusya’ya yakın olduğu anlaşılan bir ekibin eline geçti. Rusya yeni yönetimi hemen tanıdı. Yönetimin başına gelen Rosa Otunbayeva (Üniversiteyi Rusya’da okumuş, İngilizce bilen, eski dışişleri bakanı) yardım almak için Rusya’ya gidecek. Rusya da düzeni korumak için barış gücü gönderebilecek. ABD’nin bu ülkedeki askeri üssünün statüsü şimdilik değişmeden kalıyor. Ancak sürecin bir aşamasında eğer Rusya izin vermezse, ABD üssünün kapanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Ama Rus analistleri, ABD üssünün Rusya için bir tehlike oluşturmadığını, kalabileceğini söylüyorlar. Diğer bir deyişle Ukrayna’da sonra, şimdi Kırgızistan’ı da “geri alan”Rusya, ABD’ye izin vermiş, böylece eline bir koz almış oluyor.

Kırgızistan’ı ABD’nin etkisinin gerilemesinin bir başka örneği olarak görmek olanaklı. Ama esas ilginç bulduğum şey, bir seri yorumcunun “bu bir devrim değil” demek, bunu kanıtlamak için sıraya girmiş olmaları. Mantıkları şöyle, sokaklara dökülen kalabalıklar, kendiliğinden, örgütsüz, disiplinsiz, liderleri yok. Gerçekten de muhalefet çağrı yaptığında sokağa dökülenler, muhalefetin programına destek vermek için değil, son aylarda hızla bozulan ekonomik koşullara tepkilerini sergilemek için dökülmüşler. Katılımın çapından, şiddetinden muhalefet de korkmuş. Diğer bir deyişle, “Lale devrimi”nin eğitimli, orta sınıf kalabalığının aksine, toplumun en yoksul kesimlerinin kendiliğinden bir patlaması var karşımızda.

Kırgızistan’da yaşananlar bir taraftan seçkinler arası çekişmeyi, bölgenin jeopolitiğini, büyük güçlerin oyunlarını yansıtıyor. Ama diğer taraftan da sokaklara dökülenler zamanın ruhunun”, kitlenin tarih sahnesine geri dönüşünün bir başka ifadesi; aynı, Tahran, Atina sokaklarındakiler, Ankara’daki TEKEL direnişçileri gibi. Birincisi, savaşa, ölüme ilişkin, ikincisiyse,yaşama ve umuda... Esas önemli olan da bu ikincisi...

No comments: