Wednesday, July 28, 2010

“Büyük Durgunluk”, Büyük Tartışma, Büyük Belirsizlik

Bu günlerde genel kanı, devletlerin parasal ve mali kurtarma paketleri sayesinde bir “büyük depresyon”un önlendiği, ama dünya ekonomisinin, uzun süreli bir “büyük durgunluğa” girdiği yönünde. Bu noktada, uygulanması gereken ekonomi politikaları üzerinde büyük bir tartışma sürüyor. Karşımızda iki taban tabana zıt ekonomi politikası seçeneği konmuş durumda. Ancak, bunların ikisi de krizi derinleştirecek çelişkili sonuçlar üretebilecekler. Uzun sürecek bir büyük belirsizlikle karşı karşıyayız.

“Dokuz yıllık durgunluk”

Üç yıl önce geçen hafta, kredi değerlendirme kurumları, alacaklara dayalı menkul kıymetlerin kredi notlarını düşürmeye başladıklarını açıklayarak finansal köpüğü patlatmışlardı.

Geçen hafta ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke, Senato Komisyonu’nda ifade verirken, ABD ekonomisinin “olağan dışı bir belirsizlikle” karşı karşıya olduğunu söyledi. ABD’nin önünde 5-6 yıl sürecek bir yavaş büyüme süreci varmış. “Depresyonu” önleyen kurtarma paketleri, 2008 - 2009 yıllarında 8.5 milyon kişi artan işsizliği azaltamayacakmış. İşsizlik daha bir süre artmaya devam edecekmiş.

İngiltere Merkez Bankası baş ekonomisti Spencer Dale’de The Independent gazetesine, ülkeyi gelecek beş yıl boyunca, düşük büyüme, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik üçlüsünün beklediğini söylüyordu. “İki çöküşlü” (double dip) bir durgunluk olasılığı gündemden kalkmamış.

Geçtiğimiz haftalarda sanayi üretiminde, dünya ticaretinde, Çin’in ithalatında gözlemlenen gerileme eğilimi, gemi navlun fiyatlarında (Baltic Dry index), hem bu ticaretteki gerilemeyi, hem tanker sektöründeki kapasite fazlasını yansıtan rekor düşüşler “büyük durgunluk” un sürdüğünü söylüyor. Bu koşullarda, UPI editörü Martin Walker’in üç yılın geride kaldığından, Bernanke’nin 5-6 yıl beklentisinden hareketle geliştirdiği 9 yıllık “büyük resesyon” (UPI, 19/07) savı gerçeğe çok yakın görünüyor.

Washington Post yorumcularından Matt Miller de köpüklerin patlaması, mali piyasalarda yaşanan panikler, kredi piyasasında tıkanma gibi olayları kalp krizine benzetiyor. Miller’e göre nasıl, kalp, krizinden sonra, uzun bir toparlanma dönemi başlarsa, “büyük durgunluk” da aslında yeni başlıyor. Miller’in krizi (ABD ve Batı açısından) aşmaya yönelik öneriler de krizin “hakikatini” gözler önüne seriyor. Gerilemeyi durdurmak için sermaye yoğun, emek verimliliği yüksek işlerin yaratılması gerekiyormuş. Miller, “Ancak bunları yaratmak yetmez” diyor ve ekliyor “aynı zamanda bunlarla üretim yapmak gerekir”. Yoksa bu teknolojiler başka ülkelere göç ederek, onların yükselmesine katkı yaparmış. Miller’in saptamaları, yeni bir sermaye birikim rejimi şekillenmeden krizden çıkılamayacağını düşündürüyor.

Büyük Tartışma

Bu gün birbiriyle çatışan iki ekonomi politikası seçeneğine dönersek, birincisi maliye ve para politikalarıyla ekonomileri desteklemeye devam etmek gerektiğini savunan Keynesçi yaklaşımdan kaynaklanıyor. Bu yaklaşıma göre, teşviklere son veren daraltıcı maliye politikalar bir depresyona, siyasi krizlere yol açacak.

İkinci, yaklaşıma göre, kriz atlatılmış, şimdi konsolidasyon dönemiymiş. Keynesçiler riskleri abartıyorlarmış. Kamu harcamaları kısılmalı, kamu sektöründe büyük tensikatlara gidilmeli, sermaye desteklenmeliymiş. Keynesçilerin önerileri devletlerin mali krizini derinleştirecek, yüksek enflasyona yol açacakmış. Bu seçeneğin arkasında, neo-liberal ekonomistler, Merkez Bankası guvernörleri, İngiliz, Alman, Fransız hükümetleri, Finans sektörünün sözcüleri var.

Bir de Reagan’ın ekonomi danışmanı, Bilderberg, Trilateral Komisyon üyesi, Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER) onursal başkanı Harward Profesörü Martin Feldstein var. Bu adam, “kemerleri sıkma politikaları iki çöküşlü bir durgunluğa yol açabilir. Ama uzun dönemde istikrar için buna değer” diyor. Wall Street ekonomistleri, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet gibi Feldstein de mali disiplinin yararlarının kanıtlandığına inanıyor. İyi de, 1990’ların mali sarsıntılarına, 1997 Asya krizine, bu günkü mali krize, hep mali disiplin dayatan ekonomi politikalarıyla gelmedik mi?

Feldstein bu tartışmanın halktan gizlenen yanını açığa çıkarıyor o kadar: Kemer sıkma politikaları, finans sermayesini korurken, kurtarmanın faturasını halka ödetecek, verimsiz işletmeleri tasfiye edecek, ücretleri aşağı çekecek.

İkisi de çözüm değil

Keynes biyografisinin yazarı Lord Skidelski’nin neo-liberallere, ekonomist, Andy Xie’nin de Keynesçilere yönelttiği eleştiriler, gündemdeki ekonomi politikalarının çıkmazını çok iyi özetliyor. Skidelski, “Mali teşvikleri çekmek isteyenler, bunu neye inandıkları için istiyorlar?” diye soruyor. Skidelski’ye göre bunlar üç şeye inanıyorlar: Birincisi, rekabetçi piyasalar müdahaleye gerek kalmadan dengeye gelir. İkincisi, böylece, her zaman, çalışmaya istekli insan sayısı kadar iş yaratılmış olur. Üçüncü, piyasa oyuncuları bilgiye eksiksiz ulaşabildiklerinden riskleri doğru fiyatladıklarından, büyük çaplı mali çöküşleri yaşanmaz.

Bu inançlardan birincisinin ve üçüncüsünün 2007-2009 arasında pratikte iflas ettiğini gördük. Birincisi, arzın kendi talebini yaratacağını savunan (Say yasası), ikincisiyse, işsizliğin, verili ücret düzeyinde çalışmak istemeyen işçilerin kendi tercihlerinden kaynaklandığını iddia eden saçmalıkların ürünü. Böyle bir teorinin krize çözüm üretme Şansı yok.

Öbür taraftan, ekonomist Andy Xie’ye göre, devletlerin borç krizi riskini artıran, destekle yaratılan taleple ithalatı körükleyerek gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde aşırı ısınma yaratan, küresel ekonomide enflasyon riskini arttıran Keynesçi yaklaşım da çözüm değil. Günümüzde, yatırımı ve üretimi küresel düzeyde düzenleyen, çok uluslu şirketlerin egemenliği, ulusal ekonomilerden dışarıya kaynak sızıntısına, teşviklerin, başka ülkelerin ekonomilerini desteklemesine yol açıyor. Borsalar de artık, ÇUŞ’ların performansına odaklandıklarından yerel ekonomiyle bağları koptu, “servet-talep- yaratma” etkisi yaşanmıyor.

İyi de, merkez ülkelerde, Keynesçi teşvikler yerine neo-liberal kemer sıkma politikaları izlense de sermayenin krizi aşılamayacak. Çünkü, ihracata yönelik model sayesinde, Asya ülkelerinin Batı’ya ihracatı GSMH’larının %48’ine ulaştı. Merkezdeki talep daralması, halen büyümekte olan çevreyi de vuracak…

Bu bağlamda Morgan Stanley Asya CEO’su Stephen Roach’ın şu iki tespiti ilgiye değer. Birincisi, Asya ülkeleri dünya ekonomisinin talep açığını kapatacak derinlikten yoksunlar. Bunların, öncelikle ihracata yönelik büyüme modelini terk etmeleri, iç talebi güçlendirmeleri geriyor. Roach’ın, bu saptaması da yukarıda değindiğim bir “yeni sermaye birikim rejimi gerekiyor” savını destekliyor.

İkincisi küresel dengesizliklerin büyük sorun yaratacaklarını yıllardır vurgulayan Roach, “bu dengesizliklerle ilgilenmenin tam zamanıdır” diyor ve ekliyor “dengesiz dünya bir başka şans saha yakalayamaya bilir”.

Euro Pacific’in CEO’su Peter Schiff de webde oldukça ilgi çeken bir yorumunda, 1930’ları düşünerek, “Bize yine bir dünya savaşı gerekiyor galiba”… “neden ABD Rusya ve Çin yalancıktan savaşıyor gibi yapıp askeri harcamaları hızlandırıp, tam istihdamı sağlamıyorlar” diyordu. Tabii şaka olsun diye…

No comments: