Tuesday, August 10, 2010

Yeni bir savaşı beklerken…

Bu yıl yaza Ortadoğu’da yeni bir savaş beklentisiyle girdik (“Yine Savaş Rüzgarları”, 12/07). Council on Foreign Relations’un “A Third Lebanon War” (Üçüncü Lübnan Savaşı) ve International Crisis Group’un “Drums of War: Israel and the ‘Axis of Resistance’” (Savaş Davulları: İsrail ve ‘Direniş Ekseni’) başlıklı raporlarının yayımlanmasının üzerinden daha bir hafta geçmeden Akabe (Ürdün), Eilat (İsrail) kentlerine “Katyuşa” ve “Grad” tipi roketler düştü (kaynağı hala tartışılıyor). Lübnan- İsrail sınırında çatışma çıktı iki asker bir gazeteci Lübnanlı ve bir İsrailli Albay öldü.

Cumartesi günü, Lübnan gazetesi The Daily Star, İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasında, korkutma amaçlı, saldırı taklidi yapan uçuşlar yaptıklarını yazıyordu.

Geçen hafta uluslararası medya da, özellikle İsrail’de ve Arap ülkelerinde yorumcular, kimsenin savaştan yana olmadığında, savaşın kimseye bir yarar getirmeyeceğinde, hemen herkesin hem fikir olmasına karşın yeni bir savaşın her gün biraz daha yakınlaşmaya devam ettiğini vurguluyorlardı.

Dahası, yeni bir savaşın Lübnan’la sınırlı kalması da artık zayıf bir olasılık. Bu kez, Suriye’den -İran’a, Türkiye’den, ABD’ye birçok ülkenin savaşın burgacına kapılması kaçınılmaz görünüyor.

İki rapor

ABD’nin dış ilişkiler alanında en etkili düşünce kuruluşu CFR ’in, ABD’nin Mısır eski büyük elçilerinden Dan Kurtzer’e hazırlattığı, “III. Lübnan Savaşı” başlıklı araştırmanın sonuçlarına göre, “ABD’nin yeni bir savaşı engelleme kapasitesi çok düşük”. Bu yüzden Kurtzer’e göre ABD dışişlerinin “önümüzdeki 12-18 ay içinde patlak vermesi olası bir savaşın” yayılmasını engellemeye yönelik önlemler üzerinde yoğunlaşması gerekiyor.

Kurtzer’in bu kötümserliğinin arkasında, Hizbullah’ın, 2006’dan bu yana, Birleşmiş Milletler kararlarına karşın, edindiği gelişmiş füze sistemlerinin, İsrail’in güvenlik açısından kabul etmeye hazır olduğu sınırı aşmış olabileceği düşüncesi yatıyor. Kurtzer, Hizbullah’ın yerden havaya füze sistemi edinme olasılığının, İsrail’in Lübnan hava sahasındaki üstünlüğüne son vereceği için, İsrail ordusu tarafından kabul edilemez olduğunu düşünüyor.

Kurtzer’in İsrail’in güvenlik kaygılarını eleştirisiz kabullenmesi, ABD’nin Hizbullah’ı etkisizleştirecek tedbirler geliştirmesine ilişkin önerileri adeta İsrail’e yeşil ışık yakıyor. Nitekim, Kurtzer ABD’nin, büyük çaplı, yayılma eğilimi taşıyacak bir operasyonu engellemek, veya ötelemek için İsrail’i daha küçük çaplı bir operasyona teşvik edebileceğini de düşünüyor. Özetle CFR’nin raporu kötümser bir yerden kalkıyor ve çok tehlikeli bir noktaya ulaşıyor.

International Crisis Group’un “Savaş Davulları: İsrail ve direniş ekseni” başlıklı raporuna göre 2006 Savaşı’ndan dört yıl sonra bölgede durum, “olağan üstü sakin ve bir o kadar da tehlikeli”. Taraflar yeni bir savaşın, hem 2006’dakinden daha yıkıcı olacağının, hızla genişleyebileceğinin bilincinde olarak, savaşa yol açabilecek adımlardan kaçınıyorlar. Bu günkü koşullarda, Hizbullah çok daha iyi silahlanmış, Lübnan hükümetinin parçası haline gelmiş durumda; Lübnan’daki toplumsal saygınlığı da çok yüksek. Bu yüzden Hizbullah’ın siyasi durumunu tehlikeye atacak bir adım atma olasılığı çok düşük. Buna karşılık, yine bu yüzden İsrail’in bir savaş sırasında, Lübnan resmi güçleriyle Hizbullah, sivillerle askeri hedefler arasında bir ayrım gözetme olasılığı çok düşük, bu nedenle yıkımın çok daha büyük olacağı kesin. Ancak, yine aynı nedenlerden, bu savaşın Hizbullah’ı tasfiye etme şansı 2006 savaşından daha düşük; ama Hizbullah roketlerinin İsrail’de sivillere zarar verme şansı çok yüksek. Diğer taraftan, “direniş ekseni” olarak nitelenen İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah arasındaki ilişkiler çok daha derin. Bu yüzden birine yönelik bir saldırıya, “eksen”in diğer üyelerinin de cevap vermesi olasılığı yüksek. Tüm bu etkenler taraflar üzerinde caydırıcı bir etki yapıyor

Ancak rapora göre bunlar öykünün iyimser yanı. Kötümser yandaysa, bu görüntünün altında “gerginliklerin basıncının, herhangi bir güvenlik vanasından yoksun olarak yükselmeye devam ediyor olması” var. Rapora göre Lübnan krizi bölgesel sorunlardan kaynaklanıyor ve bu sorunlar çözülemediğinden, savaşı engelleyen en büyük etken, tarafların ortaya çıkacak bir felaketin büyüklüğüne ilişkin korkularıyla sınırlı kalmaya devam ediyor.

Eksen sorunu…

Olaylar, gerginliklerin bu iki raporun gözlemleri doğrultusunda artmaya devam ettiğini gösteriyor. Örneğin Lübnan İsrail sınırında yaşanan çatışma, İsrail askerleriyle Hizbullah arasında değil, Lübnan ordusu ile yaşandı. Ama çatışmanın hemen ardından Hizbullah’ın direniş gücünü Lübnan ordusunun hizmetine vermeye hazır olduğunu açıklaması, “Hizbullah ve hükümet, Şiiler ve diğerleri” ayrımlarının artık geçerli olmadığını gösteriyor. Nitekim, Cumartesi günü gazeteler, Lübnan devlet başkanı Suleiman’ın “İsrail’in saldırganlığı karşısında orduyu gelişkin silahlarla donatacağı açıkladığını” yazıyordu (Haaretz, The Daily Star)

Bu gelişmelere ek olarak, Hariri suikastını soruşturmak için uluslar arası mahkeme bulgularını açıklamaya hazırlanıyor. Sızan bilgiler mahkemenin Hizbullah’la ilişkili kimi isimleri suçlayacağını düşündürüyor. Yorumcular mahkemenin doğrudan Hizbullah’ı suçlaması halinde Lübnan’ın bir iç savaşın eşiğine geleceğini ileri sürüyorlar. Bu gözlemler, bölgede bir Şii –Sünni çatışmasına yatırım yapan güçlerin süreci iç savaş yönde etkilemeye çalışacağını düşündürüyor. Buna karşılık, Hariri’nin oğlu, Başbakan Saad Hariri, böyle bir olasılığı engellemek için, Hizbullah’ı değil, “kimi denetim dışı unsurları” suçlamaya hazırlandığı anlaşılıyor. Hizbullah’ın lideri Nasrallah da, daha panelin sonucu açıklanmadan İsrail’i suçladı, bu gün (Pazartesi) iddiasını destekleyecek somut verileri açıklayacağın söyledi. Tüm aksi yönde çabalar karşın, Hariri soruşturması bölgeyi ateşleyecek fünye görevini kolaylıkla üstlenebilecek.

Lübnan savaşının bölgeyi etkileme olasılığı aslında İran’la ilgili bir dinamik. İsrail ve ABD medyası, “bölgede tüten tüm dumanların İran’dan kaynaklandığını”, İran’ın Lübnan’dan Afganistan’a, Irak’a barış ve istikrar önünde büyük bir engel oluşturduğunu, nükleer silah edinme sürecinin engellenemediğini ısrarla savunuyor.

İddialar, İran’ın Beyaz Rusya üzerinde S-300 füzeleri almasından, Suriye üzerinden Hizbullah’ı silahlandırmaya devam etmesine kadar uzanıyor. Uzanırken de, geçen hafta İsrail Savunma bakanı Barak’ın ısrarla tekrarladığı gibi Türkiye’den geçiyor. İsrail tarafı geçmişte Türkiye’nin, İran’ın Hizbullah’a, Türkiye üzerinden silah taşımasını engellediğini, ancak yeni MIT başkanının İran’la yakınlığından dolayı bu durumun değişmesinden kaygı duyduklarını söylüyor.

Bu eksen tartışmaları sürerken, Zaman gazetesinin “Dışişleri Bakanı Davudoğlu Türkiye kendi eksenini saptar” başlıklı haberi oldukça düşündürücüydü. Çünkü “Türkiye’nin kendisini ilgilendiren konularda kendi sesinin olması”nı istemesi bir şey, dünyanın geri kalanında bu sesin, İran, Suriye ve Hamas’ın sözcüsü olarak algılanmaya başlanmasıysa başka bir şey, özellikle bu günlerde…

No comments: