Tuesday, October 05, 2010

Kriz, Hegemonya, Emperyalizm...

Çin ile Japonya arasında patlak veren balıkçı gemisi krizi ve ABD Temsilciler Meclisi’nin geçen hafta, Çin’i döviz manipülasyonu yapmakla suçlayarak onayladığı korumacı tedbirler, uluslararası ilişkilerin, özellikle ABD ile Çin arasındaki çelişkilerin krizle birlikte sertleşmeye başladığını gösteriyor.

Kriz ve emperyalizm

Bu sertleşmenin arkasında Çin’in“yükselme süreci” karşısında, ABD ve genel olarak “Batı”da giderek artan kaygılar var. Bu kaygıların temelinde de krizle birlikte iyice önem kazanan kaynak, piyasa paylaşım “savaşları” var.

Krizle emperyalizm arasındaki ilişkiyi birçok kez tartıştık. Burada, iki popüler ekonomistin, Martin Wolf (Financial Times), Prof. Krugman’ın (New York Times) geçen haftaki yorumlarında dikkatimi çeken noktalara değinmekle yetineceğim.

Wolf, döviz kurları üzerinden merkantilist bir rekabetin kızışmakta olduğunu yazıyor. Wolf’a göre, bu kızışmanın arkasında, gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin performansının geçmiş trendlerinin yüzde10 altında seyretmesine yol açan talep yetersizliğisorunu var. “Bu ülkeler, talep yetersizliği sorununu ihracata dayalı büyümeyle aşmayı umuyorlar.” Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde, özelikle Çin ekonomisi içindeki talep büyük önem kazanıyor. Dünya ekonomisinin, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerdeki talepten yararlanmasına olanak verecek yönde yeniden şekillenmesi için zengin ülkelerden yoksul ülkelere doğru büyük çaplı sermaye hareketleriningerçekleşmesi gerekiyor. Ancak, Wolf’a göre dünyanın en başarılı ihracatçısı (Çin) aynı zamanda en büyük sermaye ihracatçısı olduğu müddetçe bu denklemin çözülmesi olanaksız (“Currencies clash...”, 28/09).

ABD’de liberal kesimden Krugman’ın saptamaları da benzer yönde. Ancak Krugman, ABD’de işsizliği azaltmak için Çin’e yönelik daha sert korumacı tedbirlerin alınmasını istiyor. Krugman’a göre de gelişmiş ülkelerde bir talep yetersizliği, kapasite (sermaye fazlası) sorunu var. Buna karşılık gelişmekte olan ülkeler, çok geniş yatırım olanakları sunuyorlar. “Doğal olarak da sermaye, depresyon içindeki gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru akıyor.”Ancak gelişmekte olan ülkelerden en büyüğü olan Çin,“Bu sürecin doğal bir biçimde işlemesine izin vermiyor”... “Çin hem yabancı yatırımlara çeşitli engeller koyuyor, hem de özel fonların Çin ekonomisine girişini sınırlıyor; aynı anda dövizinin değerlenmesini engelleyerek ihracatını teşvik ediyor.” (“Taking on China” 30/09; abç)

Wolf ve Krugman’ın önerileri Lenin’inEmperyalizm broşüründe verilen örnekleri aratmayacak nitelikte: Merkez ülkeler krizi aşmak için çevre ülkelere mal, ama özellikle sermaye ihracatlarını arttırmak, bu ülkelerin ekonomilerini sınırsızca kullanmak istiyorlar. Ama, Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin,Washington Post’tan Samuelson’un vurguladığı gibi, “dünya ekonomisini yöneten temel kuralları kabul etmiyor”..“bu kuralları kendi gereksinimlerine göre değiştirmeye çalışıyor”. Samuelson, “Bu iki farklı dünya düzeni konseptinin çatışması kaçınılmaz” dedikten sonra ekliyor: “Ticaret savaşı tehlikeli bir seçenek, ancak Çin’in dünya ekonomisini şekillendirmesine izin vermek tam anlamıyla bir felaket olacaktır.” (Making of a trade war with China, 27/09)

Kriz derinleştikçe, ABD’nin ve Batı merkezli mali sermayenin sözcülerinin Çin’e bakışı, adeta Romalı senatörCato’nun, Kartaca’ya bakışına benzemeye başlıyor: Carthago delanda est! (Kartaca yok edilmelidir). Çin’in direnci kırılmalı, ekonomisi açılmalıdır!

İki taktik

ABD, Çin’in “barış içinde yükselme”stratejisini, bu stratejinin gelişmekte olan ülkelerde bulduğu yankıyı, dünya ekonomisinde artan ağırlığını dengeleyecek, tersine çevirecek etkin politikalar geliştirmekte zorlanıyordu.Bush döneminin, güç gösterisine dayalı imparatorluk stratejisi iflas ettikten sonra bu alanda Çin’in de giderek daha etkin bir biçimde yararlanmaya başladığı bir belirsizlik oluşmuştu. Halbuki, ABD açısından, Çin’in askeri bir pariteye ulaşmadan yükselmesinin engellenmesi gerekiyordu...

Geçtiğimiz haftalardaki gelişmeler, ABD’nin Çin’e yönelik iki taktik geliştirmeye başladığını düşündürüyor: Birincisi, Çin’in ekonomik gücünü, 1980’lerin sonunda Japonya’nın yükselmesinin önünü kesen yöntemlerle kırmayı amaçlıyor. İkinci taktik ise,“Çin’in barış içinde yükselme süreci, kazan-kazan dönemi sona erdi. Çin saldırgan politikalar geliştirmeye, küstah bir diplomasi uygulamaya başladı”temasını işleyerek, bölge ülkelerinde bir tehdit algısı yaratmaya, böylece onları kendi güvenlik şemsiyesi altına çekmeye yönelik.

Birinci, ABD medyasının “Çin ticaret savaşı çıkarmak istiyor” yaygaraları, Temsilciler Meclisi’nden geçen korumacı yasa, 1985 Plaza Anlaşması’ylaJaponya’ya karşı oluşturulan koalisyona benzer bir uluslararası ortamı bu kez Çin’e karşı oluşturmayı amaçlıyor. Japonya 1985’te Plaza Anlaşması gereğince yen’i değerlendirdi, arkasından da hâlâ sona ermeyen bir depresyon sürecine girerek, ABD karşısında bir hegemonya adayı olmaktan çıktı. Ancak bugün ne ABD’nin böyle bir liderlik kapasitesi var, ne de Çin, Japonya gibi ABD’nin bir protektorası. Çin yönetimi da, 1985 Plaza Anlaşması’nı Japonya’ya yönelik bir ABD darbesi olarak algılıyor, benzer bir yol izlememeye kararlı görünüyor.

Bu yüzden, ilk işaretlerini üç hafta önce, Güney Çin Denizi’nde bir Çin balıkçı gemisiyle, Japon sahil koruma botunun çarpışmasıyla başlayan olaylarda izlemeye başladığımız ikinci taktik önem kazanıyor.

Balıkçı gemisinin kaptanını tutuklayan Japonya, Çin’in baskıları karşısında geri basarak kaptanı serbest bırakınca, Batı medyası, Çin’in saldırganlaşmaya başladığına karar verdi. Bu sırada ABD ve İngiltere medyası, Çin’in, büyük petrol ve gaz rezervlerine sahip Çin Denizi’nde, bölgedeki irili ufaklı adalarda hükümranlığını yeniden dayatmaya başladığını, böylece“yükselme sürecinin” barışçı dönemi geride bırakarak saldırgan bir aşamaya girdiğini ileri sürmeye başladı. Yorumlar bilişim, iletişim, savunma alanlarındaki ileri teknolojilerin üretiminde girdi olarak kullanılan ender minerallerin üretiminin yüzde 97’sini Çin’in denetlediğini, bir tekel gücü oluştuğunu vurguluyorlardı. Dahası Çin, Japonya ile balıkçı motoru olayını tartışırken, bu minerallerin Japonya’ya ihracatında beklenmedik, ama Rusya’nın enerji kaynaklarını diplomatik bir silah olarak kullanma taktiğini anımsatan bir kesinti de yaşanmıştı.

Bu yorumculara göre Çin bir süredir, ABD hegemonyasından yararlanarak sessizce güç biriktiriyor, ABD savaşırken, Afganistan’da büyük bakır rezervlerinin, Irak’ta da petrol rezervlerinin işletilmesine yönelik kontratlar elde ediyordu (Applebaum, Washington Post, 28/09). Foreign Affaires’de yayımlanan bir yorumda, Çin’in gemilere yönelik geliştirdiği balistik füzelerin genişlemeci bir politika izlemeye başladığı, Güney Çin Denizi’ne ABD’nin erişimini kısıtlayabileceği, askeri gelişmesinin geometrik bir büyümenin hızının eşiğinde olduğu ileri sürülüyordu (Seth Cropsey, 27/09).

ABD dış politika yazarları şimdi, “Çin saldırganlaştıkça bölge ülkeleri ABD’ye yaklaşıyor” havasını yaymaya çalışıyor. Buna karşılık, Çinli yorumcular, Japonya’nın arkasında ABD’nin elini görüyorlar (Global Times 30/09), Batı’nın Çin’i tecrit etmeye çalıştığını düşünüyorlar (Global Times, 30/09).

No comments: