Monday, June 06, 2011

‘İkinci resesyon’, belki depresyon

Geçen hafta dünya ekonomisinin üzerinde kara bulutların birikmeye, “ekonomik toparlanma”nın yavaşlamaya başladığına dikkat çekmiştim. Bu hafta o bulutlar daha da kalınlaşırken görüntü de belirginleşmeye başladı. Yavaşlama belirtileri dünya ekonomisinin hemen her köşesinden geliyor. Ama yaklaşan fırtınanın merkezinde, toplam hasılaları dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 55’ine ulaşan ABD ve AB ekonomileri, öncelikle dünyanın en büyük ülke ekonomisi ABD var.

ABD ekonomisinin en temel göstergeleri ikinci bir “resesyona” işaret ederken ekonomi basınında, uzun bir aradan sonra, az sayıda da olsa, yeniden “depresyon” olasılığına değinen tartışmalara da rastlanıyordu.

Kısaca Avrupa
Esas olarak ABD ekonomisini irdelemek istediğimden, AB üzerinde kısaca, beş Morgan Stanley ekonomistinin Global Economic Forum’da cuma günü yayımlanan ortak yorumunu aktararak duracağım.

Ekonomistler yorumlarına, Avro bölgesinde bu ayın ilk üç ayında görülen beklenmedik derecede güçlü büyüme oranlarından hareketle 2011 büyüme hızı beklentilerini yüzde 1.7’den 2’ye yükselterek başlıyorlar. Ancak hemen arkasından, Avro bölgesinde bulutların toplanmaya başladığına işaret ederek devam ediyorlar. MS ekonomistlerine göre tüm ölçümler bir yavaşlamaya işaret ediyor. Avro bölgesinde siparişler düşüyor, hem cari üretim, hem de üretimi arttırma planları küçülüyor.

Ekonomistler Avro ülkeleri arasındaki performans farklarına da dikkat çekiyorlar. Belçika ve İspanya’da üretim trendin çok altında seyrederken Almanya’nın üretimi hâlâ trendin üstünde. Ancak Fransa’da ani bir gerileme, Almanya’da da giderek artan bir yavaşlama eğilimi görünüyor. Kısacası dünya hasılasının yüzde 27’sini üreten bölgenin ekonomik manzarasında ufuklar giderek kararıyor.

Kırılgan ve tedirgin
Dünya hasılasının 28.8’ini üreten ABD ekonomisine gelince, yeni bir resesyon riski olasılıklar içine girerken geçen hafta yaşanan iki “mini” sarsıntı piyasalardaki kırılganlığın ve tedirginliğin giderek arttığını gösteriyordu.

ABD ekonomisinin yüzde 70’ini tüketim harcamaları, yüzde 10’unu konut sektörü, yüzde 10’unu da imalat sanayisi oluşturuyor. Tüketim harcamaları büyüme oranları geçen yıl yüzde 4 dolayındayken bu yıl yüzde 2 düzeyine inmiş durumda. Konut sektörü hâlâ 2007 düzeyinin yüzde 75 altında seyrediyor. Kısacası ABD ekonomisinin yüzde 90’ında resesyona, hatta depresyona benzer bir ortam yaşanıyor.

Madalyonun bu yüzünde yetersiz talep (eksik tüketim) varken öbür yüzünde bir aşırı birikim sorunu hiç hafiflemeden devam ediyor. Mali sektör dışındaki firmaların gelirlerinden biriktirdikleri 2 trilyon dolarlık sermayeyi, yeni yatırımlara ya da üretime, yönlendirmeden nakitte tutmaya devam ediyor olmaları (Reich, Financial Times 01/06; Altucher, Market Watch, 02/06) da bu alanda beklentilerde bir iyileşme olmadığını gösteriyor. Althucher bu nakit fonların yakında şirketlerin, kendi hisselerini almaya başlamasıyla yine borsaya dönmesini bekliyor; yani üretime değil spekülasyona...

Bu arka plan üzerinden, geçen hafta ilk mini şok çarşamba günü hem imalat sanayi verilerinin hem de istihdam verilerinin talep yetersizliğinin artmakta olduğunu göstermesiyle yaşandı.

Satın Alma Müdürleri İndeksi’nin sert bir gerilemeyle nisan ayında 60.4’ten mayıs ayında 53.2’ye düşmesi (50 durgunluk anlamına geliyor) yeni siparişlerin ise 10 puan gerileyerek 51 seviyesine inmesi imalat sanayiinin duraklamaya başladığını gösteriyordu. Aynı gün gelen özel sektör istihdam verileri, yeni yaratılan işlerin, nisan ayında 177.000’den mayıs ayında 175.000’e gerilediğini ortaya koydu. Aynı gün başta ABD borsaları olmak üzere dünya borsaları bu verilere tepki olarak sert düşüşler sergilediler. Standard & Poor’s 500 indeksi yüzde 2.3 Dow Jones Sanayi İndeksi de 280 puan gerileyerek günü yüzde 2.2 düşüşle kapadı.

Geçen haftanın ikinci sarsıntısı cuma günü istihdam verileri gelince yaşandı. Ekonomistler tarım dışı sektörün mayıs ayında 125.000 yeni iş yaratmasını, işsizlik oranının da yüzde 9’dan yüzde 8.9’a gerilemesini bekliyorlardı. Gelen veriler yeni yaratılan işlerin 54.000’de kaldığını, resmi işsizlik oranının da yüzde 9’dan yüzde 9.1 çıktığını ortaya koydu. Belli ki ekonomik durum sanılandan çok daha kırılgandı. Bu verileri, Federal Rezerv’in piyasalara parasal desteğinin (QE2) bu ay sona erecek olmasıyla birleşince, “Peki ekonomik toparlanmayı şimdi ne ayakta tutacak” sorusunu gündeme getirdi. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki anlaşmazlıklar da bir QE3 (yeni bir parasal genişleme) olasılığının en azından şimdilik söz konusu olmadığını gösteriyordu.

ABD’de ve İngiltere’de indeksler çok sert bir gerileme yaşadılar. Dow Jones borsa açılır açılmaz 121 puan birden düştü. Avrupa Maliye bakanlarının Yunanistan’a yönelik yeni bir yardım paketi üzerinde anlaştıklarına ve ABD hizmet sektörünün performansını ölçen Arz Yönetimi Enstitüsü İndeksi’nin (ISM) nisan ayında 52.8’den mayıs ayında 54.6’ya yükselmesiyle ilgili haberlerin olumlu etkisiyle 115 puan toparlandı ancak bu hava daha fazla devam etmedi ve indeks günü 97 puan ya da yüzde 0.79 gerileyerek tamamladı. S&P 500 ve FT 100 indekslerin de DJ’yi adeta gölgesi gibi izlediler.

Çok belirgin ve küresel
Uluslararası yatırım firması RIT Capital Partners (RCP) Yönetim Kurulu Başkanı Jacob Rotschild’e göre “dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu riskler çok belirgin ve küresel”, Merkez Bankaları’nın “parasal ve mali uyarıcıyı geri çekmesi, ki bu çok yakında gerçekleşecek, küresel büyüme üzerinde olumsuz etki yapacak. Aslında bu etkilerin marttan bu yana başladığını düşündüren belirtiler var” (Bloomberg, 03/06).

Gerçekten de piyasaların kendi kendilerini gaza getirdikleri “ekonomik toparlanma” neredeyse tümüyle QE1 ve QE2 olarak bilinen bu mali ve parasal uyarıcıların üzerinde yaşanıyordu. Diğer bir deyişle, ABD ve Avrupa’da aşırı üretim krizini destekleyecek talebi yaratan kredi köpüğü etrafa büyük bir finansal pislik bulaştırarak patladıktan sonra, önce finans ve banka sektörünü kurtarmak sonra da talebi desteklemek işini bu QE1 ve QE2 ile üstlenmişler, bu arada sürdürülemez devlet borçları üretmişlerdi. Ama, bu sırada yeni talep yaratacak ya da sermaye birikiminin yeniden kârlı bir biçimde başlayabilmesine olanak verecek temizlik (yaratıcı yıkım) gerçekleşememiş, hatta, toplumsal maliyeti çok büyük olacağından bu önlenmişti.

Şimdi yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Üstelik bu kez, devlet hazinesi de tamtakır... Krizden çıkış ise hâlâ galaksiler kadar uzak... 

No comments: