Wednesday, October 26, 2011

Biz geldik, gördük, o öldü (24 Ekim 2011)

Bunlar, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Muammer Kaddafi’nin öldürüldüğünü öğrendiğinde, kahkahalarla gülerken söyledikleri. Kaddafi, haftalardır aralıksız süren NATO bombardımanıyla neredeyse yerle bir olan Sirte kentinden kaçmaya çabalıyordu. Konvoyu Fransız uçakları ve ABD “dronları” tarafından bombalanınca, yaralı olarak isyancıların eline düştü ve hemen orada infaz edildi.

Bağımsızlık ve kalkınma diye başlayıp, ailesiyle birlikte halkının başına çöreklenmiş, giderek emperyalizmin işbirlikçisi ve alay konusu olmuş bir diktatörün arkasından gözyaşı dökecek değilim. Ama, bu ölümün Libya “devrimi” denen saçmalığa çok uygun olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

İsyancılarla Kaddafi rejimi arasında başlayan çatışmalarda, sivilleri koruma savıyla devreye giren NATO ve ABD’nin AfriCom güçleri, kısa sürede, “bir rejim değişikliği” projesini yaşama geçirmeye, sivilleri de bombalamaya başlamış, yönetimine, Kaddafi rejiminin eski “kasaplarından” ve El Kaide artıklarından oluşan işbirlikçileri getirdikleri “isyancıların” hava gücüne dönüşmüşlerdi. Bu noktadan sonra, NATO ve AfriCom, Kaddafi güçlerini, elindeki kentleri bombalayarak isyancıların yolunu açmış, onlara “zaferi”, adeta tepside hediye etmişti. Associated Press Ajansı, ABD’nin ilk kez, Clinton’ın ağzından, “ölü ya da diri, artık yakalanması gerekiyor” dediğini aktarmıştı. İki gün sonra Kaddafi, NATO ve AfriCom tarafından bombalandı, yaralanarak savunmasız duruma düşürüldü, “isyancılar” tarafından öldürüldü.

Şimdi demokrasi zamanı... 
Ya Kaddafi mahkemeye çıkarılsaydı, orada, dün elini öpen Berlusconi’nin, develeriyle, 40 “bakire” korumasıyla Elize Sarayı’nın önüne çadır kurmasını izin veren Sarkozy’nin, öpüşüp kucaklaştığı Blair’ın işlerini ortaya dökmeye, ABD’ye terorizme karşı savaşta sunduğu hizmetleri anlatmaya başlasaydı, kitle imha silahları programını Batı’ya teslim ederken kendisine verilen sözleri anımsatsaydı? Sanırım bu olasılıklar ortadan kalktığı için, Clinton haberi alınca kahkahalarla gülmüş, sonra, ABD’yi de Roma’nın mirasçısı olarak gördüğünden olacak, Sezar’ın sözlerini anımsamıştı...

Söz Roma’dan açılmışken, Roma’nın düşmanları kadar, onun desteğine dayalı hesaplar yapan “çevre” ülkelerin de sonunda Roma’ya yem olduğunu anımsamak yararlı olabilir.

Diktatör devrildiğine, hatta infaz edildiğine göre, artık Libya’ya demokrasi gelebilir. Ama sanırım şöyle bir sorun var. Demokrasi Libya’ya geldiğinde büyük bir olasılıkla yerleşecek bir ülke bulamayacak. Üstelik, bu benim kuruntum değil; uluslararası basında, diplomatik çevrelerde son haftalarda, özellikle de Kaddafi infaz edildiğinden beri, daha da yoğunlaşan bir tartışmanın ana konusu.

“Geçiş döneminde” (Nereye geçilecekse?..) başbakanlığı üstlenmiş olan Mahmut Cibril’e göre, Libya’da durum bu günlerde “ulusal mücadeleden bir kaosa doğru ilerliyor”. Batı’da yetişmiş bir bürokrat olan Cibril “Siyasi mücadele mali kaynak, örgüt, silah ve ideoloji gerektirir. Bunlar da bende yok” diyerek istifa etmek istediğini açıklamış (Time, 20/10/2011). Bunların bugün kimde olduğu henüz belli değil. Ayaklanmaya katılanların hepsi silahlı, mali kaynak Batı’dan geliyor. Örgütlenme ve ideoloji konularıysa çok sorunlu. Örneğin ideoloji söz konusu olduğunda ortada adı anılacak tek akım El Kaide artığı ya da şubesi Selefi gruplar.

Hemen tüm gözlemciler, Kaddafi ve klanı yönetimi tek elden sıkı sıkıya kontrol etmiş olduğundan, bunlar gidince geride, restore edilebilecek, modern anlamda bir devlet aygıtı kalmadığını iddia ediyorlar. Bir ölçüde haklı olduklarını düşünüyorum. Gerçekten de, savaş sürecinde, idari yapı yerel düzeyde birbirinden çok farklı, siyasi, askeri odakların elinde kalmaya başladı.

Libya toplumu, karmaşık bir aşiretler ve yerellikler üzerinde yükseliyor. Aşiret yapılarının yanı sıra, Kaddafi döneminde, bu yerelliklerin, aşiret kimliklerinin üzerinde bir vatandaşlık kurumu gelişmemiş olduğundan Libyalılar, kendilerini, Foreign Policy’de Jason Pack’in işaret ettiği gibi, Libyalı olarak değil, öncelikle, aşiret kimlikleriyle ya da bu kimliklerin bir uzantısı olarak, Trabluslu, Misratalı, Bingazili, Zintanlı olarak yerel kimlikleriyle tanımlıyorlar.

Peki, bir merkezi devleti bir arada tutacak çimento, “vatandaşlık” kurumu, bundan sonra gelişemez mi? Bu soruya olumlu bir cevap vermek zor. Çünkü birçok analistin işaret ettiği gibi, tüm bu yerel güçler, aşiret güçleri, Selefi gruplar kendilerini birleştiren ortak düşman ortadan kalkınca, bulundukları yerlerde iktidarlarını konsolide etmeye, kurulacak yeni devlette yer kapma yarışına girişmiş görünüyorlar. Şimdi bu yarışın daha da hızlanacağı kolaylıkla söylenebilir. Kısacası, Libya’da önümüzdeki dönemde, demokrasi bir yana, bir merkezi devlet kurma olasılığı zayıf görünüyor, Cibril’in kaos beklentisi gerçekleşeceğe benziyor.

Bu kadar kan boşuna mı aktı?
Libya’ya demokrasinin gelmesi şüpheli ama, bir şeylerin geleceği kesin. Örneğin, petrol, maden çıkarma şirketleri, bankalar, müteahhitlik firmaları, hatta süpermarket zincirleri de Libya’ya gelecektir. Ayrıca, 30 yıldır inşası süren dev “yapay nehir” geçen yıl tamamlanarak Libya’yı, Afrika’nın ekmek teknesi konumuna yükseltecek bir tarımsal Rönesans’ın eşiğine getirmişti. Dünya piyasalarında gıda fiyatlarının arttığı bir dönemde, “yeni Libya” bu açıdan da dev “agri-business” şirketlerine büyük olanaklar sunuyor.

Libya’da istikrarlı bir merkezi idare yapısının kurulması uzun süreceğinden, özel güvenlik şirketlerinin de Libya’ya doluşmasını bekleyebiliriz. Ama Libya’ya geleceklerin içinde bence en önemlisi, Kaddafi’nin onay vermeyi reddettiği AfriCom olacaktır.

Gerçekten de Afrika, ABD açısından giderek önem kazanıyor, yeni bir yayılma alanı olarak öne çıkıyor. 10 Mayıs 2010’da ABD Kongresi Kuzey Uganda Kurtarma Akti’ni yasalaştırdı. Bu yasa, o bölgede faaliyet gösteren “Tanrının Direniş Ordusu” (TDO) aslı örgütün varlığına son vermeyi ve lideri Joseph Konyi’yi yakalamayı amaçlıyordu. Önceki cuma günü, Obama, bu amaçla Uganda’ya 100 Özel Harekât Personeli gönderdiğini Kongre’ye bildirdi.

TDO, Kongo, Güney Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kamerun topraklarında da etkin olduğundan ABD, benzer yardımları bu ülkelere de yapacak (Reuters 14/10). Geçen hafta, New York Times, ABD’nin büyük bir konsolosluk ve askeri varlık bulundurduğu Kenya’nın askerleri birliklerinin yeniden Somali’ye girdiğini de bildiriyordu.

ABD, Çin’in Afrika’daki yayılmasının bir aşamasında getirmeye başlayacağı askeri yapılanmaları karşılayacak bir konumda olmak için (örneğin, Holslag, Parameters, yaz 2009) kurduğu AfriCom’un merkezini de Libya’ya getirebilir. Bu bağlamda Libya, ABD’ye, halen Cibuti’deki 1300 personel kapasiteli askeri üsse ek olarak paha biçilmez yeni olanaklar sunabilecektir. Böylece önümüzdeki dönemde ABD’nin Afrika’ya girişinin, Libya üzerinden yeni bir ivme kazanmasını bekleyebiliriz

No comments: